Umut Terk-i Diyar Etti: Koruyalım Kaybolmasınlar, Öldürmeyin Büyüsünler

Çocuklarımızı önce kaybettik sonra kuvözlerde ölüme terk ettik...

MEB kadın öğretmenlere nizama uygun, usturuplu giyinmeyi öğretecekmiş! Etkili öğretmenlik için dış görünüm, giyim kodları dersi verilecekmiş. 18 Ekim’de İstanbul’un bazı ilçelerinde eğitim başlıyormuş.

Kadın öğretmenlerin kılık kıyafeti konusunda bu kadar duyarlı olan MEB; aynı hassasiyeti müfredatın içi boşaltılırken, çocuklar ve gençler okula aç giderken, okullarda üşürken, sınıflar, tuvaletler temizlenmediği için hasta olup mikrop kaparken, atanamayan öğretmenler intihar ederken gösteriyor mu?

Ya da ülkemizdeki 7 milyona ulaşan yoksul çocuk sayısı, okul ve eğitim dışında kalan ve son bir yılda yüzde 38 artan çocuk sayısından haberdar mı? Yine 1 Ekim 2024 verilerine göre cezaevlerinde şu anda 12-18 yaş aralığında 3 bin 532 tutuklu ve hükümlü çocuk olduğunu, suça sürüklenen çocukların 2010- 2022 yılları arasında yüzde 148 arttığını, cezaevlerinde doluluk oranı yüzde 95 ten fazla olduğu için, yetkililerin; “cezaevi yapımlarını hızlandırıyoruz!” dediğini biliyor mu?

Bu yıl üniversite sınavlarına 2.9 milyon genç girdi ancak çaresizlik nedeniyle 638 bini hayallerini erteledi, kayıt yaptıramadı, geçen yıl bu oran yüzde 26 idi, bu yıl yüzde 39 oldu. MEB bu son derece önemli konuda da bir köklü bir adım atacak mı? Ya da evladını okutamayan aileler, üniversiteyi kazandığı halde kayıt yaptıramayan yoksul gençler, gözyaşlarını birbirinden saklamaya çalışan taraflar için etkili bir eğitim vermeyi düşünecek mi? Yine yüksek kira, artan eğitim maliyeti, beslenme ihtiyacını karşılamaya ailelerin gücünün yetmeyişi gibi gençleri çaresiz bırakan nedenler için kollarını sıvayacak mı?

Ayrıca MEB! 133 zabıta kadrosu için başvuranların arasında mühendis, öğretmen, hukukçu, mimar, psikolog, veteriner, şehir plancısı, odyolog, bankacı, fizikçi, finans uzmanı, uçak bakım teknisyeni, gazeteci, siyaset bilimci, sosyolog, hemşire, kimyager, maliyeci, fizyoterapist bulunduğunu duydu mu? Duymadıysa okusun ve her 100 gençten 40’nın geleceğinden vazgeçtiğini, yoksulluğun on binlerce gencin elini kolunu bağladığını, övünülen üniversitelere bin bir emekle giren gençlerin sınırsız hayallerine, sınırlı olanaklar sunmaktan vazgeçsin!

Kayıt yaptıramayan gencin; “Nedeni şu! Alacağım diplomanın bir işe yaramadığını görüyorum, umutlarımı ekonomik kriz nedeniyle kaybettim. Zabıta olmak için mi bunca yıl dirsek çürüttüm. Keşke onun okulunu açsalar ona gider, orayı bitiririz!” Bu açıklama üzerine önce ayar verip, hemen sonra çark edenler ne düşünüyor acep?

Kaybolmasınlar koruyalım! Öldürmeyin büyüsünler!

Çocuklarımızı önce kaybettik, dere kenarlarına cesetlerini gömdük, sonra kuvözlerde ölüme terk ettik! Kendimize "katil kim?" diye soracağımıza öncelikle onları koruyup kollayalım ya da "neden onları koruyamıyoruz?" sorusunu soralım. Ülkemizde 2008- 2016 arasında 104 bin 531 çocuk kayboldu. Yani kayıp çocuklar ülkesiyiz şu anda. 2016’dan beri de kayıp sayısı resmen açıklanmıyor. Siyasiler, yetkililer, yönetim erbabı tarafsız ve kararlı davranmadıkları sürece yapanın yanına kâr kalıyor. Olan da çocuklara, ömür boyu gözyaşı kurumayan ailelerine ve ülkenin geleceğine oluyor.

Güvenlik önlemleri yetersizse, soru işaretleri çoksa, şiddet seviyesi endişe verici boyutlardaysa, öfke kontrolden çıkmışsa! Şunu mu demeliyiz? Görülen örnekler çok gerçek ve çocuklarımız çok sahipsiz. Sağlık Bakanlığı tarafından “bebek dostu!” hastane unvanı verilen hastanede bebekler ölüme terk ediliyorsa! Sözün bittiği yer olsa gerek…

Kısaca! Hastalar ve yeni doğan bebekler üzerinden Sağlık Bakanlığı soyulurken insan sormadan edemiyor! Hekimle hastası, hemşireyle hasta arasında işin doğasında olan ve olması gereken güven, hoşgörü, sabır nerede kaldı? İyiler nasıl kazanacak, onlara kim umut verecek, kim derleyip toparlayacak, “Sağlık meta, hasta müşteri, hastane ticarethane” üçlüsü topluma egemen olduğundan beri yitirilen güven duygusu yeniden nasıl sağlanacak?

Oysa Anayasanın 5. Maddesine göre devletin asli görevi; “Toplumun refah, huzur ve mutluğunu sağlamaktır.” Hal böyle iken devletin gücü kadınları ve çocukları korumaya yetmiyor mu, yoksa bu hesaplı kitaplı bir seçim, görmezden gelme ve yok sayma mıdır?

Çağrışımlara açık ve sorular sorduran diğer alanlar!

Günümüzde tüm dünyaya egemen olan şiddetin, gerilimin, kaosun, bunalımın, baskının gerisinde yatan nedir? Ötekileştirme, dışlama, sömürme, değeri emeği yok sayma vb. Konunun uzmanı hekimler stres ve kaygının körüklemesi nedeniyle antidepresan artışının yüzde 60’a dayandığını söylüyor. Borcu olmayan, hacizli olmayan, icralık olmayan aile hemen hemen kalmadı. İcra dosyalarının sayısı 39 milyona dayandı. Hal böyle iken ilaç kullanımı nasıl artmasın?

Telkinde bulunmak, temkinli olmak, tenkitleri dinlemek, sabırlı ve sakin davranmak, kontrolü elden bırakmamak, talimat telefonlarına evet demek neden hep halkın payına düşüp, toplumdan bekleniyor? Duyguların ayarlarıyla oynamak, etiketlenmek, sınırlara hapsedilmek yetmedi mi?

Özetle! İçimden taşarak söylüyorum, umut bizi terk edeli çok oldu. Onun yerini ayrıştırma, kutuplaştırma, önyargıya dayalı hükümler aldı. Oysa süreç süratle aleyhimize ilerlerken, önemli virajlardan geçerken; bizim etkilenerek ve esinlenerek, izlediğimiz dost gözlere, ilham veren, güç veren, ufuk açan kişi ve kurumlara çok ihtiyacımız var. Onlara açız ve açığız…