Yazarken çok düşündüm. Bugün ülkede dolaşalım mı?
İşin bir görünen yüzü varsa, ama asıl sorun görünmeyen yüzünde ise, asıl içler acısı olan yansıtılmayanların içinde saklı ise bu sorunların temeline inilerek, böyle bir yaşamı hak etmeyenlere sergiledikleri tüm bu çabalar, verdikleri tüm mücadeleler için “iyi ki varsınız” denilmesin mi?
Koruma, kollama, kayırma, kolaylık sağlama, gözetme, görmeme ülkemizde bunca yaygınken! Sesiyle, sessizliğiyle, mutluluğunu da, çilesini de yansıtanlar duvarlara daha sık toslarken! Sanat, kültür, edebiyat tutkunu, farklı kültürler arasında elçi ve köprü olan, ülkeler arasında sağlam dostluklar kurmaya çalışan, dostluk kervanına katkı sunan, diyalog kurma yeteneği, hoş sohbeti, geniş ilgi alanları ve hiç eksilmeyen heyecanıyla herkesi etkileyen ve iz bırakanlar artık pek önemsenmezken! Bu konular gündeme taşınmasın mı?
Terk edilmişlik hissi, yalnızlık duygusu, giderek dozu artan hüzün, yüzün her yerinde hissedilen, bakışlara yansıyan, çizgileri derinleştiren koşullar, atılan her adımda önce ailenin sonra da eşin bariyerleriyle karşılaşma, duvarsız bir yaşam hayali kurarken, iç acıtan, düşündüren, yaşam öyküleriyle yüzleşme bunca yaygınken bu sorunlar daha sık yazılmasın mı?
İşin bir görünen yüzü varsa, ama asıl sorun görünmeyen yüzünde ise, asıl içler acısı olan yansıtılmayanların içinde saklı ise bu sorunların temeline inilerek, böyle bir yaşamı hak etmeyenlere sergiledikleri tüm bu çabalar, verdikleri tüm mücadeleler için “iyi ki varsınız” denilmesin mi?
Şimdi kendi kendimize sorduklarımıza yanıt arama zamanıdır.
Korumanın, kollamanın, kayırmanın, gözetmenin tarihe karıştığını hayal etmek, sorunlarıyla ve mutsuzluğuyla tek başına mücadele edenlerin çok azaldığını görebilmek, bakışlarında tüm duygularını yansıtanların daha çok mutlulukla dolaştığı günlerin hayalini kurmak hayata geçmesin mi?
Yaşananlar, yaşatılanlar, ekonomik toplumsal koşullar, isimler, yüzler, anılar karşısında olaylara tanıklık edenlerin, tarihe not düşerek yazma sorumluluğu olanların sayıları ve cesaretleri daha çok artmasın mı?
Eğitimde nereye gidiyoruz?
Kapalı kapılar ardında iktidarın 8. Milli Eğitim bakanı sık sık müfredat değişikliği yapıyor. Çünkü soran, sorgulayan, araştıran, bilime yatkın, mantıklı düşünen, sosyolojiye meraklı, sanata ilgi duyan kuşaklar istenmiyor. Özgün uygulamalarına doyamayan ÇEDES; mezarlık temizleme, cami temizleme, sınıfta mezar maketi kurup küçücük çocuklara “anneniz ölünce nasıl ağıt yakarsınız?” provaları(!) yaptırma, Kâbe maketi, şeytan taşlama, umre ödüllü yarışma, kurban kesme eğitimi adı altında çocukların eline bıçak verip maket kurbanları kestirme gibi ilginç yöntemler deniyor. Bunun adı ideolojik biçimlendirme midir, propaganda mıdır ya da bu nasıl bir yaratıcılıktır anlamak mümkün değil! Hal böyle iken bu ve benzeri yaratıcı buluşlara imza atan MEB yetkililerine bu nasıl bir akıl tutulmasıdır diye sorulmasın mı? Siyasal, ideolojik hedefleri için yapılanları görüp susacağız öyle mi?
Nereden nereye gelmişiz?
7 yıl 7 ay bakanlık yapan Cumhuriyet tarihinin unutulmaz Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel döneminde, bakanlık bünyesinde kurulan tercüme bürosuyla; Eski Yunancadan Latinceye, Farsçadan Arapçaya, İngilizceden Almancaya, Fransızcadan İtalyanca ve Rusçaya yüzlerce eser dilimize konunun uzmanları tarafından tercüme edilerek, toplumun dünya klasikleriyle aydınlanması hedeflendi. Bu ve benzeri gerçekler MEB yetkililerine sık sık hatırlatılmasın mı?
Sırada ekonomi var…
Ülkeyi yönetenlere ve yönetmeye talip olanlara! 126 ülkeden tarım ürünü satın almamızın nedeni, milyarlarca dolarlık tohum, meyve, hububat ithalatı yapmamızın sebebi, bir zamanlar dünya mercimek üretiminin yüzde 40’nı sağlayan bir ülkeyken, şimdi Kanada’dan mercimek ithal etmemize nasıl gelindiği, neden dışa bağımlı olunduğuna dair geçerli bir cevap ve acil bir çözüm bulunmasının şart olduğu hatırlatılmasın mı?
2009 yılında 200 TL ile 132 dolar alınırken, bugün 200 TL ile ancak 6 dolar alınıyor. 2002 yılında yeşil fasulye 75 kuruşmuş, bugün 150 TL olmuş. Bizi kıskanan Almanya’da etin kilosu 310 TL, bizde 730 TL. Destan yazmak bu olsa gerek! Uzmanlık alanı ekonomi olanlar yanıt verseler de öğrensek! Bunun adı destan yazmak mı, dibe vurmak mı, güçlü lider döneminin milli şahlanışı mı?
Kesin olan o ki; Ülkemiz emeklilerin yaşam kalitesinde 44 ülke arasında sondan ikinci oldu. En iyi durumda olan Norveç birinci, Türkiye sonuncu, biz sadece en kötü durumda olan Hindistan’ı geçebildik. Biraz daha çabalarsak eşitleneceğiz gibi! İşçisi, memuru, emeklisi, çiftçisi, esnafı, dar gelirlisi koro halinde; “Et, balık, tavuk sofradan kalkalı çok oldu!” diye yakınıyorsa!
Aileleriyle birlikte 30 milyon eden 16 milyon emekli tedirgin, umutsuz, kaygılıysa! Meyve sebzeyi dilimle, taneyle, sayıyla, gramla almaya çalışıyor, ucuz ekmek, ucuz pirinç, ucuz patates kuyruklarında çile dolduruyorsa! Yoksulluk sınırı 53 bin lirayı, açlık sınırı 16 bin lirayı geçmişse! Bu arada sucuğun kilosu bin lirayı aşmış, pastırma altınla yarışıyorsa! Baklavanın bir dilimi 20 lirayı bulmuşsa! Bir dönem büyüklerimizin; “porsiyonları küçültün!” buyruğunu yine ve yeniden hatırlamak, keşke onun yerine mideleri de küçültün diye bir emir vermelerini beklemek hakkımız olmalı…
Bu tabloyu görmezden gelemeyiz…
Zamlar karşısında beli bükülen emekçinin, çoluk çocuk inim inim inleyen emeklilerin yorgun, kırgın, yılgın dar gelirlinin bu tabloyu unutmaması gerekir. Neden olanların da şapkalarını önlerine koyup derinden düşünmesi…
Özetle! Sorun çok, çözüm yoksa aşmanın tek yolu çalışarak, dayanışarak net bir tavır sergilemekten geçer…