Yönetime Göre Her Şey Yolundayken Durum Tespiti Yapmak!
"Keşke daha mutlu olsaydık, keşke kaygılı değil keyifli olsaydık, keşke bitkin değil enerjik olsaydık, daha sorunsuz yaşayıp, sağlıklı yaşlansaydık, o zaman olup bitenin sorumlularının karne notu daha yüksek olmaz mıydı?"
Ülkeden dünyaya uzanarak olup bitenlere bakınca; Yaraya derman olan, derde çare arayan, soruna çözüm bulan yönetici sayısının ne kadar az olduğu ortada. Çünkü artık ne olursa olsun, ne pahasına olursa olsun, “sınama yanılma” ikilisi yerini yanılmaya, yine yanılmaya, bir daha yanılmaya, bıkıp usanmadan ve durmadan yanılmaya ve hiç geri adım atmamaya bırakmış. Şu anda önemli olan ve geçerli olan şu; Mutlak otoriteye boyun eğmek, itaat etmek, yanına kar kalmak, kazançlı çıkmak. Nokta…
Güne ekonomi konuşarak başlayıp, zamlarla bitiriyoruz. Bazen kural tanımayanlara, yasak takmayanlara, pek çok yayın organında gazete ve televizyonlarda çıkan yanlı ve yanlış yorumlara bakıyor, bu arada gündem değiştirme, yaşamsal sorunlardan halkı uzaklaştırma, önemli konuları askıya alma gibi konularda yönetenlerin ve yandaşların eline su dökebilecek başka biri var mı diye sorup duruyoruz. Hele de her sorunu bazen küçük bazen büyük çapta fırsata çevirmeleri yok mu? Ders kitabı olur, yok satar, ödül alır diye düşünüyoruz. O derece yani…
Bu koşullarda ayrıştırma ve kutuplaştırma ortama hâkimken, çelişkilerin, tutarsızlıkların yarattığı güvensizlik insanlarda yarın endişesi yaratırken, son günlerde genelde ülkemizi, özelde duyarlı kesimi etkileyen pek çok olay yaşanırken; bir kez daha eğitimden ekonomiye parantez açmanın zamanıdır. Yine TBMM’ye verilen önergelerin neden reddedildiği ve gerekçenin ne olduğu keşke anlayabileceğimiz bir dille anlatılsa ve açıklansa diye sormanın da sırasıdır. (yanıt alamayacağımızı bile bile!)
Yazımın ilk paragrafını şöyle sonlandırayım…
20. yüzyıl İngiliz edebiyatının önde gelen yazarlarından George Orwell 1948 yılında yazdığı “1984” adı eserinde şöyle diyor; “Öyle zaman gelecek ki bazı ülkelerde, bazı yöneticiler halkı kendi istediği şekil ve inançlara eviremeyeceklerini anlayınca, dışarıdan getirtip onlara vatandaşlık verecektir.” Bu satırların yazarının merakı ve sorusu şu? 76 yıl önce bu ne öngörüdür bir! Yazar hangi ülkeyi kastetmiştir iki! Anlamlı günlerde anlamsız çıkışlar yapmayı seven ve bunu alışkanlık haline getirenler; Kendi fildişi kulelerinde mutlu mesut yaşarken sık sık gönderme, daha sık sorgulama yapmayı yeğleyenler ve kapıları sonuna dek açanlar bu açıklama için ne düşünüyor üç…
Şimdilik buraya bir nokta koyup konunun ne kadar farkındayız sorusuna yanıt aramayı ya da nasıl bir gelecek bizi bekliyor sorusuna cevap beklemeyi bir süre için askıya alalım. Her olaydan sonra birkaç hayret nidası, biraz tepki, az biraz şaşkınlık, sonrası derin bir sessizlik "artık yetmedi mi diye sorarak?" bu kadar söz ve açıklama bir hafta başı yazısı için yeterlidir deyip eğitim başlığına geçelim…
100 TL İLE NELER ALINIR?
Eğitim fakültesi mezunu 1 milyon öğretmen atama bekliyor, okullarda temizlik krizine çözüm bekleniyor. Devreye veliler, belediyeler, öğretmenler, hatta öğrenciler girerek okulları temizlemeye çalışıyor, bu arada özellikle CHP’li belediyelerin bu desteği engelleniyor.
Okul çağındaki çocukların yüzde 50’si yani ilk ve orta öğretimdeki 18 milyon öğrencinin yarısı sağlıklı beslenemiyor. Buna 8 milyon üniversite öğrencisini de ekleyince her 4 öğrenciden biri okula aç gidip, yatağa aç giriyor. Okullara pek çok zorunlu hizmet için bütçe ayrılmazken, yönetimin gözdesi olan İHL’ne ulaşım ve yemek ücretsiz, sınıflar 15 kişi…
100 TL ile neler alınır? MEB kız öğrencilere aylık 100 TL, erkek öğrencilere 90 TL vereceğini açıklarken acep okul kantinlerindeki fiyat listesinden haberdar mı? Değilse birkaç ipucu verelim. Simit 20, sandviç 75, tost 50, su, çay, meyve suyu 20 TL olarak sıralanıyor. Bu parayla ne alınır, ne yenilip içilir bilmiyoruz, onu MEB’e sormak lazım.
Bildiğimiz o ki durum böyle iken ne mi oluyor? Eğitimden ve okuldan kopuşlar başlıyor. Başka ne mi oluyor? Anne- baba eline bakan eğitimli gençler, yurt-ev- burs bulamadığı için güçlükle kazandığı üniversitede okuyamayan öğrenciler, hayalleri umutları kalmayan insanlar artıyor, beyin göçü önlenemiyor…
Bu arada MEB; “5 yıldızlı otellerle yarışabilecek okullarımız var!” şeklinde açıklama yapıyor. CB; “Su ürünleri ihracatında rekor kırıyoruz! Turizmde rekora koşuyoruz!” diye konuşuyor! Bunları duyunca insan hem gururlanıyor hem de dört bir yanı denizlerle çevrili ülkemizde keşke ülkemiz insanı da deniz ürünlerine doysa, turizm cenneti olan ülkemizde halkımız da gönlünce tatil yapabilse diyor. Yine CB; “Yargıda reformlara imza attık!” diye ilave edince de keşke eğitimde, işsizlikte, kadın cinayetlerinde de reformlar yapılsa diye iç geçiriyor…
Tam hayallere dalmışken UNİCEF verileri devreye giriyor! Açıklamaya göre ülkemiz dünyada gıda enflasyonunda birinci, çocuk yoksulluğunda ikinci sırada yer alıyor. Böylece 100 çocuktan 32’si okulunu bırakıp çalışmak zorunda kalıyor.
Önemsiz olanlar! Her gün öldürülen kadınlar, gelir düzeyi sıfırlanan milyonlar işten atılan emekçiler, ürünü tarlada kalan çiftçiler, evlat eline bakan emekliler artıyormuş. Varsın olsun önemli mi! Bizim geçilmeyen duble yollarımız, binlerce kapasiteli stadyumlarımız, şehir dışında yapılan ve ulaşımı çok zor olan şehir hastanelerimiz, millet bahçelerimiz var. İtibardan tasarruf etmemek adına dijital ekranlı kamyonetlerle ABD’de gövde gösterisi yapıp, New York’ta itibar konvoylarıyla boy göstermişliğimiz var. Zikzaklı dış politikayla, kişiselleştirilmiş, parti logolu klişe sözlerle diplomasi nasıl yürütülürmüş dünya âleme ders verişimiz var…
Tarım ithalatı için 22 yılda 160 milyar dolar ödemişiz, fiyatlar arttıkça, alım gücü düşüyormuş, gıda enflasyonunda OECD’nin zirvesindeymişiz, organize suçlar endeksinde Avrupa birinciliğimiz varmış, bozulan ekonomik yapıya, yitip giden güvenlik önlemlerine, artan gıda fiyatlarına, çözülemeyen işsizliğe, toplumda taban bulan gelecek kaygısına karşı önlemler almayı unutmuşuz. Önemli değil. Nitelikli alanlara konut, ormanlara 5 yıldızlı otel, yeşil alanlara AVM yapmaya devam!
Demem o ki! Ekonomisi batan ülkemize, emeği sömürülen halkımıza, programı sık sık değişen eğitimimize, ayakta durmakta zorlanan sağlığımıza, yeşil alanları ranta kurban edilen, madenleri- fabrikaları satılan geleceğimize bakınca bize göre önemli de. Keşke daha mutlu olsaydık, keşke kaygılı değil keyifli olsaydık, keşke bitkin değil enerjik olsaydık, daha sorunsuz yaşayıp, sağlıklı yaşlansaydık, o zaman olup bitenin sorumlularının karne notu daha yüksek olmaz mıydı? (Ya da kaç olurdu?)
Özetle! Keşke ülke ve toplum olarak yüksek gerilim hattında ve altında yaşamasaydık, yaşadığımız toplumla ilgili dertlerimiz daha az olsaydı, karakter galerisine bakar gibi, ya da buz üstünde yürür gibi dolaşmasaydık. Bunları yazar mıydık?