Zor dönemlerin yazıları da zor oluyor…
Çare nedir derseniz? Cumhuriyete kararlılıkla, tutarlılıkla, yüreklilikle sahip çıkmak ve kazanımlarımıza sımsıkı sarılmak deriz…
Minareyi çalanın kılıfını çoktan hazır ettiği, aldatmanın yeni adının “algı yönetimi” olduğu günümüzde hem pek çok konu yönetim kademelerinin umurunda değil, hem de uygun ve tartışılabilir bazı görüşlere onlar açık değiller. Çünkü çocuk sayısından eğitimin şekline, ek derslerden zorunlu derslere, ihtiyaç olsun olmasın açılan havaalanlarından, her ile bir üniversiteye kadar her şey onlardan soruluyor, her şeyi onlar biliyor, her şeye onlar karar veriyor. Çünkü onların söyledikleri doğru, söylediklerini tersi yanlış olduğundan hesap verme yerine hesap sormayı yeğliyorlar. Sonra ne mi oluyor? Bakalım:
Sokakta, metroda, otobüste, bakkalda, markette insanların yüzüne kaygı, mutsuzluk, umutsuzluk hâkim. Patlamaya hazır bomba gibi herkes, bahane arıyor bağırmak, patlamak, vurup kırmak için sanki. Komşuda mutsuzluk varsa size de sızıyor doğru. Yakınlarınız mutluysa sizi de etkiliyor o da doğru. (Ama bugünlerde ara ki bulasın!) Hayatla ilgili zor sorularla karşılaştığınızda kitaplara koşmak, bir bilgeye danışmak, akıl sormak insanı rahatlatıyor doğru. Yürüyen yara gibi olunca, kaygıyla baş edemeyince, mutlu olmak için daha fazla mesai harcamak, dost yüreklere sığınmak gerekiyor o da doğru. Ama mutluluk artık zor ötesi…
Kısaca; siyasetten ekonomiye, kültürden eğitime, spordan sağlığa, güvenlikten yargıya her alan birbirinden sorunlu olmasına rağmen sorumlu bulmak çok zor! Ancak bu konulara girersem çıkamayacağım için nokta…
Bu bölümü özetlersek; zor dönemlerin yazıları da zor oluyor. Dayatmalar, kutuplaştırmalar, kesin ve keskin dönüşler, yok saymalar, boş vermeler gerginlikleri daha da artırıyor. Tam bir delik tıkandı diye sevinirken iki delik birden açılıyor. Gel de kalk altından…
Hal böyle iken; Bazı konuşulanları anlamakta, bazı şakalara gülmekte zorlanıyoruz. Sorun kimde acaba diye soruyor, yanıt bulamıyoruz. Şimdi kalkıp doğrusu “zor ve uzun” bir yazı olmuş, biraz sakin olmakta yarar var denilebilir. Ama sakin olmak bu koşullarda zor! Hele de bir ihtimal, diğer ihtimal, bir başka ihtimal, son bir ihtimal, hangi ihtimal? Gibi sorular havada uçuşurken…
Hayatlar, hayaller, haklar…
Hayatlarımız, hayallerimiz, haklarımız var. Doğru! Ancak 7.5 milyon üniversite öğrencisinin, 183 bin öğretim üyesinin olduğu 208 üniversitemizde hepi topu 17 kadın rektör var. Şu anda ülkemizde 13 milyonu aşan yurttaşımız açlık sınırının altında, 28 milyon yurttaş yoksulluk sınırının altında yaşam mücadelesi veriyor. Hayal kur bakalım!
Ülkeleri ve insanları, besleyen kaynaklar vardır, umut veren duygular, düşünceler, renkler, kokular, toplumsal olaylar vardır. Tüm bunların varlığı ya da yokluğu, toplumun mutluluğunu veya mutsuzluğunu belirler, şekillendirir. Köksüz, umutsuz, hayalsiz nasıl yaşanır? Böylesi bir çorak iklimde yaşananlara bakınca tüm bunlar insanı hem üzüp, hem şaşırtıp hem de tedirgin etmez mi?
Keşke! Ülkelerin özellikle yönetim kademelerinde; Yaşamı, düşüncesi, anlayışı, sanata bakışı iç dünyasıyla bir bütün olan, yerelliği de evrenselliği de içselleştiren, tarih bilinciyle, çağdaşlığı buluşturanların sayısı artsa. Söz buraya gelmişken anmadan, yazmadan, paylaşmadan geçemem. Ne mutlu bize ki toplumsal yaşamamızdan, kültürümüzden, siyasal hayatımızdan böyle biri izini, gölgesini, eserlerini bırakarak geçti. Tüm zorluklara, yokluklara, isyanlara, baskılara karşın inanılmaz işler yaptı. Aydınlatmayı da sürdürüyor…
Gelelim sorulara?
Neden? Bazı kalıplar halkın gerçekleriyle örtüşmese de siyasetçilere çok yakışıyor? Neden bilgi, liyakat, sözünün eri olmak bir araya pek gelmiyor? Neden keskin ve kesin dönüşler politik düzlemde çok sık görülüyor? Neden söz verip de tutmayanlar, söylediğinin aksini yapanlar, bunu marifet sayanlar, yerlerini korumak için tezgâh kuranlar rol model sayılıyor? Neden her söze başlayan; “Onun öncülüğünde ve onun himayesinde!” diye giriş yapıyor? Kuvvet, kudret, erk ve güç böyle bir şey olsa gerek! Ama anlamak zor…
Neden? Geldiği yeri, işgal ettiği makamı, sınırsız yetkilerinin kaynağını inkâr edenler arttıkça bazı sözler hiç unutulmuyor? Mesela “Cumhuriyet nedir?” sorusuna “Cumhuriyet benim. İslamköy’den çıkan bir köylü çocuğunu cumhurbaşkanı yapan cumhuriyettir. Cumhuriyet budur ve biz bunu Büyük Atatürk’e borçluyuz!” diyen Süleyman Demirel’in içimize işleyen bu cevabı unutuluyor? Neden tarihlere adını kazıyan kahramanlar, devlet kurucuları, büyük zaferler kazananlar, adını arşivlere kazıtanlar bazılarının aklına ve diline hiç gelmiyor?
Neden? Bu özelliklerin tümünü taşıyan, içimize işleyen, ülkemizi yıkıntıdan kurtarmakla kalmayıp, bilimsel çalışmalarda da ufuk açan, yol gösteren, 1933 yılında üniversite reformunu yaparak Darülfünunu üniversite yapacak adımları atan Büyük Devrimcinin örnek adımlarından ve atılımlarından yararlanılmıyor?
Neden? 1933 yılında Nazi Almanya’sının kovduğu bilim insanlarına, ülkemizin bilim tarihinde ayrı bir sayfa olan o aydınlara kucak açan, üniversite kürsülerinde hocalık imkânı sağlayan, pek çok şeyi göze alarak, pek çok şeyi gözardı ederek yola çıkan Büyük Atatürk geldiği yeri, işgal ettiği makamı, sınırsız yetkilerinin kaynağını inkâr edenlerin aklına pek gelmiyor? Bu sorular izaha ve cevaba muhtaçtır…
Gelelim uzun yazının finaline…
Acı ama gerçek! Dün bize gelenler vardı, artık biz yaban ellere gidiyoruz. Fransa, Belçika Hollanda gibi Avrupa ülkelerine giden okumuş sayımız 20 bini bulmuş. Gidiş nedenleri arasında başı ekonomik sorunlar, yoksulluk, işsizlik alıyor. Son 6 yılda 81 bini aşkın Türk Almanya’ya iltica etmiş. Almanya’ya en çok iltica başvurusu yapan ülkelere bakınca; Suriye, Türkiye, Afganistan, Gürcistan, Irak, Rusya, İran, Somali ve diğer Afrika ülkeleri başı çekiyor. Almanya’daki kaçak göçmen sayısında Suriye birinci, Türkiye ikinci sırada yer alıyor. Bu arada ülkemizin yoksulu da çok, yoksul sığınmacısı da. Sadece yoksul yok, yoksul sığınmacı da çok. Beyoğlu, Taksim bir yanda nargile içen, kendi müziğini dinleyen varsıllarla, diğer yanda su satan, yardım isteyenlerle yoksullarla dolu…
Daha iyi bir gelecek için arayışını ve rotasını ülkesi dışında bir coğrafyada sürdürenlere bakınca! Kilis’ten Reyhanlı’ya pek çok yerleşim yerinde Suriyeli sayısının yurttaşlarımızdan daha çok olduğunu görünce! Batı yabancı öğrenciden büyük paralar kazanırken, bizim onlara ciddi harcamalar yaptığımızı bilince! Durup düşünmek yetmez, iki kez düşünüp, önlem almak, çözüm bulmak gerekir…
Yine Diyarbakır’da 1400 kişilik geçici iş için 19 bin kişinin başvurduğunu, benzinden doğalgaza, elektrikten suya, ulaşımdan ekmeğe gelen zamları görünce patatesi taneyle karpuzu dilimle, zeytinyağını bardakla alan yurttaşları görünce! Acaba hala 2023 hedeflerini 500 milyar dolarlık ihracat, dünyada ilk 10 ekonomi arasına girme, tek haneli enflasyonu yakalama, yüzde 5 oranında işsizlik ve 25 bin dolar kişi başı ulusal gelir olarak açıklayanların bu vaatleri geçerli mi diye sormak gerekir…
Çare nedir derseniz? Cumhuriyete kararlılıkla, tutarlılıkla, yüreklilikle sahip çıkmak ve kazanımlarımıza sımsıkı sarılmak deriz…