İtalya seçimleri: Muhafazakarlık ve sağ siyaset yeniden tanımlanırken
Muhafazakarlığı siyasal düşüncede temsil ettiği düşünülen Burke, Scruton gibi teorisyenlere göre muhafazakarlık, sosyalizm gibi devrimci ideolojiler ile...
Muhafazakarlığı siyasal düşüncede temsil ettiği düşünülen Burke, Scruton gibi teorisyenlere göre muhafazakarlık, sosyalizm gibi devrimci ideolojiler ile liberalizm gibi organik toplum anlayışından çok bireyselciliğe dayanan ideolojilerden ayrışır. Çünkü muhafazakarlık toplumu yüzyıllardır yaşayan değer, norm, kurum ve geleneklerle yaşayan bir organizma olarak görür, dünya tahayyülüne bu düzeni şartlara göre koruma ve sürdürme odağıyla başlar.
Dolayısıyla muhafazakarlık, toplumsal düzeni sorgulayıp rasyonel-eşitlikçi bir bakış açısıyla değiştirmek isteyen sosyalizm gibi ideolojiler ile insan yaşamını tahayyül ederken tabula rasa (boş bir levha) üzerinde bireyin mutluluğuna dayalı rasyonel ilkeler üzerinden düşünen ve toplumun organik yapısını arka plana atan liberalizm gibi ideolojilerden farklıdır.
Siyasal düzlemi yansıtan bir ideolojik skala (cetvel) üzerinde düşündüğümüzde toplumsal değişimi önceleyen sosyalizm en solda yer alırken, toplumsal düzene dair eleştirel veya benimseyici bir yaklaşım göstermeyen ve bireyi önceleyen liberalizmin konumu merkeze yakındır. Muhafazakarlık ise sağ ile ilişkilendirilir.
İlk bakışta bu tanım ve ayrıştırmalar muhafazakarlığı geleneğin dogmatik savunucusu gibi gösterse de muhafazakarlığı tanımlayan düşünürler, muhafazakarlığın dışsal dönüşümlerle tetiklenen karşı konulamaz değişikliklere uyum gösteren pragmatik tarafının üzerinde durmayı ihmal etmezler. Bu düşünürlere göre, muhafazakarlık toplum düzeninin devrimle yıkılmasını istemez fakat evrimsel değişimlere açıktır. Muhafazakar düşünürlere göre, toplumsal normlar ve kurumlar esnektir; savaşlar, teknolojik ilerlemeler ve ekonomik dönüşümler gibi siyasal ve sosyal hayatı tümden etkileyen değişimlere paralel olarak aşamalı olarak değişim kaydederler.
MUHAFAZAKARLIĞIN DÖNÜŞÜMÜ
1980’ler dünyada muhafazakarlığın küreselleşme ve neoliberalizmle uyuşmasına tanıklık etti. Bunun öncü figürleri ABD, İngiltere ve Türkiye gibi dini ve geleneksel değerlerin öne çıktığı ülkelerde sağ siyasetin şampiyonu olan Reagan, Thatcher ve Özal gibi isimler oldu. Teknolojide yaşanan hızlı dönüşümlerle birlikte küresel ekonomi, finans ve ticaretin giderek kolaylaşması ve toplumsal norm ve değerlerle daha barışık olan kapitalizmin muhafazakarların korkulu rüyası olan sosyalizm karşısında güç kazanması, muhafazakarların bu değişime ayak uydurmasını beraberinde getirdi. Küresel kapitalizmin muhafazakarlıkla barışmasının temelinde ise devletin rasyonel dönüştürücülüğünü arka plana itmesi ve minimalist güvenlikçi anlayışa geri çekmesi yatıyordu.
1800’lerin sonundan İkinci Dünya Savaşı’nın ertesine kadar süren ve dünyada onlarca yeni ulus-devletin kurulduğu, ulusçuluk çağında devlet aygıtı geleneksel değerlerin ve muhafazakarlığın karşısında modernizmin sosyo-kültürel dönüştürücülüğünün taşıyıcısıydı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise devlet refah politikaları ve kalkınma ekonomisinin motoru oldu. Muhafazakarlık devleti bir güvenlik aygıtı ve toplumsal düzenin koruyucusu olarak görürken, devlet 1800’lerin sonundan 1980’lere kadar tepeden inme bir şekilde sosyal değişimi hızlandıran ve muhafazakarlığın geleneksel doğasını sarsan bir büyüklüğe erişti. 1980’lerde küresel ve finansal kapitalizmin yükselişi, devletin yeniden salt güvenliğe odaklanan daha minimal sınırlara geri dönmesini ve piyasanın önünü açmasını beraberinde getirdi. Böylece muhafazakarlık devletle barışmış oldu. 2000’lerin ilk 10 yılının sonuna kadar bu evlilik sürse de 2008 ekonomik krizi, Eurozone krizi ve göç krizi küresel kapitalizmi sorgulanır hale getirdi.
2010’LARDAN SONRA SAĞ YENİDEN TANIMLANIYOR: İTALYA ÖRNEĞİ
Muhafazakarlık 1980’lerden önce devletin hızlı dönüştürücülüğü ile çatışma halindeydi. Bu nedenle devleti küçülten küresel kapitalizme hızlıca ayak uydurdu. Fakat küresel kapitalizm de dönüştürücü bir fenomendi ve muhafazakarlığı sarsan iki sonuç yarattı:
1-Sosyo-kültürel değişim: Toplumsal geleneklerin ve cinsiyet rolleri gibi temel normların aşınması, LGBTİ hareketi gibi aile kurumunu sarstığı düşünülen akımların görünürlük kazanması
2-Politik-ekonomik değişim: Küresel kapitalizmin iştahının ulusal ve uluslararası rekabeti artırıp istikrarı sarsması, savaş ve kriz üretmesi, eşitsizliği derinleştirmesi, küresel göç ve popülist hareketleri tetiklemesi
İtalya’da seçimleri kazanan sağ blok zamanı okuyarak toplumsal düzeni korumak adına finans kapitalizmi ve küreselleşme eleştirisiyle seçmene sesleniyor. Meloni ulusal ekonomiyi korumayı önceleyen bir söyleme sahip. Küresel finansı eleştirirken, kamu kaynaklarının verimli kullanımını öne çıkarıyor.
Güvenlik-özgürlük dikotomisini değil iki kavramın birlikteliğini savunuyor. Batı medeniyetinin sağladığı özgürlükleri koruma söylemini ulusal güvenlikle birleştiriyor. Muhafazakarlığın bireyselci yorumu, egemen küresel ideolojiye karşı savunusunu geliştiriyor. Aileyi ve cinsiyet kimliklerini korumanın da bireysel özgürlük olduğunu vurgulayıp küresel egemen ideolojinin aile ve cinsiyeti hedef aldığını iddia ediyor.
Dış politikada stratejik ulusal çıkarları öne çıkarıyor. Bir yandan AB eleştirisi ile ulusal egemenlik söylemini pekiştirirken, Macaristan ve Polonya gibi ülkelerdeki illiberal hükümetlerle temas kuruyor. Göçmen değil göç karşıtlığı üzerinden Macron’u eleştiriyor. Diğer yandan ABD ve NATO ile ilişkileri önemsiyor.