Deprem sonrası iktidar söylemi alıcı buluyor; peki neden?
Çadır eksikliği ve halen kaldırılamayan enkazlar halen çözülemeyen büyük sorunların yerini iktidarın müjdeleri, belediye başkanları ve müteahhitlerin sorumlu tutulduğu haberler ve iktidar-muhalefet arasındaki siyasal kutuplaşma aldı...
Yaklaşık 50 bine yakın insanımızın hayatını kaybettiği ve bir o kadar bedenin hala enkaz altında beklediği Kahramanmaraş depreminin ardından 3 hafta geçti. Fakat gündemde ilk hafta yaşanan ve binlerce insanımızın canına mal olan koordinasyonsuzluk ve ekipman sorunları arka planda kalırken, çadır eksikliği ve halen kaldırılamayan enkazlar halen çözülemeyen büyük sorunların yerini iktidarın müjdeleri, belediye başkanları ve müteahhitlerin sorumlu tutulduğu haberler ve iktidar-muhalefet arasındaki siyasal kutuplaşma aldı. Böylece gündemin akışı tam da iktidarın istediği gibi giderken söylemleri alıcı buluyor. Bunun nedenlerini 4 başlıkta ele almak istedim.
1-Asrın Felaketi Vurgusunun Dayandığı Gerçekçi Zemin
İktidar medyasında tekrarlanan “asrın felaketi” vurgusu eleştirilse de bu söylemin denk düştüğü bir reel zemin olduğundan söz edebiliriz. 7.7 ve 7.6 şiddetinde iki büyük depremin art arda yaşanması, 11 ile yayılan kalabalık nüfuslu 100 bin km2’lik geniş bir bölgede yüzeye yakın ve etkisi çok güçlü bir şekilde gerçekleşmesi, kış şartlarından ötürü yardımların hızlıca bölgeye götürülememesi gibi koşullar, depremin öncelikle doğa/Tanrı ile ilişkilendirilen, insani kapasiteyi aşan bir doğal afet, bir büyük felaket olarak algılanmasına yol açtı.
2-Doğal Afetlerde Yerel Yönetimlerin Suçlanması
Uluslararası dergilerde yayınlanan birçok çalışma doğal afetlerde öncelikli olarak sorumlu tutulan aktörlerin yerel kamu otoriteleri olduğunu ortaya koyuyor. Afet anında vatandaşların soyutlamaya yönelik akıl etme çabası yerine hayatta kalma refleksiyle daha basit ve somut düşünmeye odaklandıkları ve bunun sonucunda daha yakınlarındaki aktörlere sorumluluk yükledikleri belirtiliyor.
Buna paralel olarak, yaşadığımız deprem sonrasında yerel yönetimler ve müteahhitlerin rant ilişkilerinden kaynaklı ihmallerden ötürü suçlandığını ve tutuklandığını gözlemledik. Özetle, hem büyük felaket algısı hem de yerel aktörlerin suçlanması iktidarın sorumluluğunu azaltmış oldu.
3-Dayanışma ve Bayrak Etrafında Toplanma Etkisi
Deprem sonrasında ortaya çıkan geniş toplumsal dayanışma ve uluslararası yardımlar, “Türkiye Tek Yürek” gibi büyük kampanyalar da “milli birlik ve beraberlik” havasının kutuplaşmış Erdoğan karşıtları haricinde yaygınlaşmasıyla sonuçlandı.
Özellikle “Türkiye Tek Yürek” kampanyasına 7.5 milyon kişinin SMS yardımıyla katkıda bulunması, Türkiye’deki 26 milyon hanenin yaklaşık %30’unun kampanyaya aktif katılım gösterdiğine işaret ediyor. Yani kaba hesapla 3 haneden 1’i kampanyaya yardım etmiş.
Öte yandan böylesine büyük doğal afetlerde bireylerin bu felaketi anlamlandırmak için yerleşik inançlarına ve kimliklerine sarılmaları da beklenen bir refleks. Deprem sonrası yıkım yaşanan ilçelerde bulunan %6’lık depremzede kitleyi bir kenara koyduğumuzda kalan %94’lük kesimdeki Erdoğan’a eleştirel bakabilen Cumhur seçmenleri ve kararsızlar arasında dindar ve kaderci yaklaşımı benimseyip kriz anında güçlü lidere sarılma refleksinin yaygınlık kazanması şaşırtıcı olmaz.
4-İktidarın Propaganda Gücü
İktidar, ilk birkaç gün sendelese de sonraki süreçte çok boyutlu ve tek sesli bir strateji ile eleştirel sesleri sadece sol-Gezi çevresine sıkıştırdı, merkez seçmeni muhalefetten uzaklaştırdı ve sol seçmen haricinde kalan %65’lik çoğunluğa medya hakimiyetiyle seslenmeyi başardı.
Kaybedilen 2019 yerel seçimlerinde iktidar içi çatışmaların yarattığı sorunlardan ders alan iktidar, bu kez İletişim Başkanlığı’nın koordinasyonunda ortak söyleme dayalı bir propaganda stratejisi izledi.
Sosyal medyada Ahbap gibi apolitik STK’ları dahi hedef alan korku ve baskı stratejisiyle muhalif kamuoyunu merkezden uzaklaştırıp kutuplaşmış sola sıkıştırma, muhalefetteki sol aktörler üzerinden siyaseti kutuplaştırma (Kılıçdaroğlu, HDP, TİP ve TKP) yoluyla merkez ve sağ seçmene yönelik söylem hakimiyeti iktidar tarafına geçti.
Merkez ve sağ seçmene yönelik strateji ise teskin ve çözüm söylemi oldu. Medyada sorunlardan çok “mucize” haberlerine yer verilmesi yas havasını dağıtırken devletin bölgedeki varlığını algı düzeyinde pekiştirdi. Erdoğan da ilk üç gündeki sorunları hava şartlarına bağlayıp yumuşatarak kabul ederken, konut inşaatı müjdeleriyle seçmene çözüm odaklı mesajlar verdi. Ayrıca daha önceden de öneminden bahsettiğimiz “Türkiye Tek Yürek” gibi kampanyalar ve “bayrak etrafında toplanma” havasını pekiştirdi.
Sonuç
Erdoğan 2022 ortalarından beri seçim ekonomisi stratejisiyle hareket ediyordu. İşsizlik %10 seviyesinde tutulurken, enflasyon düşme eğilimine girmiş, tüketici güven endeksi artmış, AK Parti %30’lardan %37’lere tırmanmış ve seçimlerde yeniden rekabetçi konuma gelmişti.
Deprem sonrasında ortaya çıkan tablonun ağırlığı, iktidar-muhalefet kutuplaşmasının yükselmesi ve büyük propaganda makinesinin yardımıyla iktidar lehine absorbe edilmiş oldu. Sonuç olarak iktidarın kısa vadede toparlandığını, kaybın önüne geçtiğini fakat orta ve uzun vadede tamiri zor sosyal ve ekonomik sonuçlarla yüzleşeceğini ifade etmek mümkün.