Beresindeki yıldızın ışığı dünyayı sardı: Che’nin söndürülemeyen ateşi
Dünya üzerinde Che’deki kadar bilinen, kendisine dönük ilginin hiç azalmadığı başka bir isim sanırım yok. Resimleriyle, adına yazılan şarkılarla, hayatını...
Dünya üzerinde Che’deki kadar bilinen, kendisine dönük ilginin hiç azalmadığı başka bir isim sanırım yok. Resimleriyle, adına yazılan şarkılarla, hayatını konu alan film ve belgesellerle, sözleriyle o hep var. Hem de dünyanın hemen her yerinde...
Ülkemizde de ara sıra karşımıza çıktığı üzere anısına saldıranı da epey var. Adlarını anmaya lüzum yok, bizde bazen Meclis Başkanı, bazen iktidar yandaşı köşe kapmışlar, bazen gericiler yani antikomünist gelenek Che’ye saldırmayı sever.
Ama genelde Che adı ve resmi, bizim topraklarda devrimciliğin simgesi olarak anlaşılır. Ama bununla da sınırlı değil; insan azmine, dürüstlüğe, baş eğmemeye, doğru bilinen yoldan şaşmamaya, haksızlıklara karşı mücadele etmeye dair örnekler verildiğinde Che önemli bir referans olur. Bu yüzden hoşa giden ama söylemediği pek çok söz kendisine atfedilmiştir.
Che’yle ilgili günümüze kadar birikmiş onlarca film, biyografi, belgesel, kendi yazdığı kitaplar var. Hepsine mümkün olduğu kadar vakit ayırmanın çok faydalı olduğunu düşünüyorum. O’nu yaygın bilinenlerden daha fazla bilgiyle tanımak, insani özellikleriyle, başardıklarıyla, başaramadıklarıyla, hatalarıyla, yani bir insan olarak tanımak gerekir.
FİDEL’İN ÇAKISI
Okuduğumda beni gülümseten, Che ve Fidel denilince aklıma gelen bir anekdotu anlatayım. Küba’da devrimden sonra, Merkez Planlama Komitesinin bir toplantısına Fidel elinde bir İsviçre çakısıyla gelir. "Bak bana ne verdiler Che." der. Che çakıyı alır, bir taraftan konuşmaları dinler, aynı zamanda çakının her bir ayrıntısıyla uğraşır. Bir zaman sonra çakıyı masada Fidel’le arasına koyar. Fidel çakıyı alır dakikalarca oynar ve tekrar Che’yle arasına koyar. Che yine çakıyı alır, toplantı boyunca çakı ikisinin arasında gider gelir. Toplantı biter Fidel kapıya doğru yönelir, çakıyı hatırlayınca hemen geri döner. Che, çakıyı alıp çıkmak için diğerlerinin de çıkmasını bekliyordur. Fidel çakıyı alır, bir süre düşünür ve istemeye istemeye "Al kahrolası, senin olsun" der ve Che’ye çakıyı verir.
Paco İgnacio Taibo II’nin kaleme aldığı “Nam-ı Diğer Che” adlı biyografide yer alan bu anekdot, Küba’yı ABD emperyalizminden ve işbirlikçisi Batista rejiminden kurtaranlardan en önemli iki ismin muzip “mülkiyet mücadelesi” olarak bana eğlenceli ve tanıdık geliyor.
Bence Che ve Fidel’in yoldaşlığı, dostluğu eşsiz bir güvene, sevgiye, sadakate dayanıyor. Küba’dan ayrılma kararı verdiğinde Fidel’e verdiği mektupta “Muhteşem günler yaşadım ve Karayip krizinin karanlık ve aydınlık günlerinde senin yanında halkımıza ait olmanın gururunu yaşadım. Pek az devlet adamı senin o zamanlarda parladığın gibi parlamıştır; hiç tereddütsüz peşinden gittiğim, senin düşünme ve görme yolunu izlediğim, tehlike ve idealleri gördüğüm için de kendimle gurur duyuyorum” der.
"Che devrimci olarak, savaşçı olarak, komünist olarak dünyanın bütün halklarına örnektir" diyen Fidel, bir röportajında Che’nin öldüğünü yıllar sonra bile kabullenmekte zorlandığını, rüyalarında onunla konuştuğunu söyler.
Che, 9 Ekim 1967’de CIA, ABD Özel Kuvvetleri ve Bolivya Ordusu’nun ortak operasyonu ile katledilmiştir.
Küba Devrimi’nin büyük önderi, Kübalılar, Latin Amerikalılar ve tüm dünya halkları için daima çok önemli bir kişi oldu. Onun ölü bedeninin fotoğrafını dünyanın hemen her yerine servis edenler, Che’nin ölmesiyle yarattığı etkinin son bulacağını düşünmüş olmalı. Fakat aradan geçen 55 yıl bunun aksini ispatladı. Che Latin Amerika’da pek çok yerde “Aziz Che’dir.”
O insanlığa karşı sonsuz bir sevgi besliyordu. Dünyanın bütün halklarının eşitliğine inandığı için sosyalist olmuştu. Ama o bir yandan da yetiştiği toprakların insanıydı ve Che’nin öyküsünü anlayabilmek için Latin Amerika’yı anlamak gerekir.
BAĞIMSIZLIK MÜCADELELERİNİN, DEVRİMİN KITASI
Che ve dönemindeki Latin Amerika devrimci hareketleri, antiemperyalist mücadeleyi ABD Emperyalizmi karşıtı bir perspektifte yürütseler de, mücadelelerinin köklerinin 500 yıllık sömürgeciliğe karşı mücadelelere uzandığını söylüyorlardı.
Latin Amerika 16. yüzyılda İspanyol ve Portekiz sömürgecileri tarafından tahakküm altına alınmış, Maya, Aztek, İnka gibi uygarlıklar vahşice yok edilmiştir. Altın, gümüş gibi kıtanın değerli madenlerini yağmalayan sömürgeciler kıtaya Afrika’dan milyonlarca esir köle getirdiler. 16. yy sonrası yerli halklarla, Avrupa’dan gelen halkların ve Afrika’dan gelen halkların kaynaştığı bir süreçtir.
Sömürgeciliğin gerilemeye başlaması, Fransız Devrimi gibi etkenler Latin Amerika’da biriken devrimci potansiyeli patlamaya hazır hale getiriyordu. Venezüella’da 1795’te başlayan isyanda Jose Leonardo Chirino ve Jose Caridad Gonzalez gibi özgür köleler başı çekiyordu. Çiftliklerin işgal edildiği, toprak sahiplerinin öldürüldüğü isyan kanlı şekilde bastırıldı, isyancıların büyük kısmı öldürüldü.
Ancak Latin Amerika’nın bağımsızlık savaşı bitmeyecekti. Irkçılığa, sömürüye ve insanlık dışı hayata karşı biriken öfke sömürgecilerin kovulması isteğini güçlendiriyordu. Fransız Devrimi ve İngiliz egemenliğine son veren Amerikan bağımsızlık mücadelesi ise önemli bir ilham kaynaklarıydı. Francisco de Miranda, Simon Bolivar, Andres Bello gibi Latin Amerika’nın bağımsızlık mücadelesinin öncü isimleri böyle bir atmosferde yetiştiler. 1807-1839 dönemi Latin Amerika ülkelerinin bağımsızlık mücadelelerinin yılları oldu.
1917’de tamamlanan Meksika Devrimi ise, kıtada yeniçağın ilk devrimi olarak uzun süre ilham kaynağı olmaya devam etti. Ardından Şili, Paraguay, Bolivya devrimleri gerçekleşti.
Sömürgeciliğe karşı verilen bağımsızlık mücadeleleri 20. Yüzyılda yerini emperyalizme karşı mücadelelere bıraktı. Bu yüzden dünyanın neresinde olursak olalım devrimi düşünecek, devrimden konuşacaksak; gözümüz, kulağımız Latin Amerika’ya yönelir. Emperyalistler, faşist askeri darbeler başta olmak üzere her türlü insanlık dışı politikayı önce bu coğrafya da uygulamışlardır. Sömürgecilik ve emperyalizm döneminde muazzam mücadeleler, direnişler ve devrimler bu coğrafyada ortaya çıkmıştır. Mücadelelerin, devrimlerin, karşı devrimlerin kıtası, ezenler ve ezilenler için yaygın tabirle her daim laboratuvar olmuş.
ERNESTO, CHE OLMADAN ÖNCE
İşte, Ernesto Che Guevara, 14 Haziran 1928'de, Arjantin'in Rosario kentinde böyle bir coğrafyada dünyaya geldi. Babası Ernesto Guevara Lynch, İrlanda asıllıydı, annesi Celia de la Serna ailesiyse İrlanda ve İspanya kökenliydi. Henüz iki yaşındayken astım krizi geçiren Ernesto, hayatı boyunca bu hastalıkla yaşadı. Fakat hayatı boyunca beraber yaşamak zorunda olduğu astım çocukluğunda hareketli bir çocuk, ilk gençlik yıllarında çok iyi bir atlet, sonraki yıllarda gerilla olmasına engel olmadı. Hatta astıma karşı verdiği mücadelenin onu güçlendiren nedenlerden biri olduğu söylenebilir.
1948’de tıp eğitimi için üniversiteye girer. Öğrenciliği süresince Latin Amerika’da uzun yolculuklara çıkar. Arkadaşı Alberto Granado ile “Güçlü” adını verdikleri motosikletleriyle yola koyulurlar. Biliyorsunuz bu yolculuklarda tuttuğu notlar “Motosiklet Günlükleri” filmiyle de beyaz perdeye yansıdı.
Bu gezi Che’nin politik ufkunu genişletir; eşitsizlikleri, yoksulluğu görür ve tek çözümün “devrim” olduğu fikri kafasında netleşir. Devrim Latin Amerika’nın bütünün kurtuluşunu hedeflemelidir.
Okulu bitirmek için geri Arjantin’e geri döner ve tıp eğitimine 1953’te tamamlar.
ERNESTO’NUN YETİŞTİĞİ YILLARDA ESEN DEVRİM RÜZGARI
Ernesto’nun yetiştiği yıllarda bazı Latin Amerika ülkelerinde reformcu, antiemperyalist hükümetler iş başındaydı. 20. yüzyılın başında gerçekleşen Meksika devriminin rüzgarı henüz dinmemişti. Bolivya ve Guatemala’da, işçi ve köylüler ayaktaydı. Che, yirmili yaşlara geldiğinde devrimci dalga yükselişteydi.
Diğer yandan dünyadaki bütün sosyalistlerin, antiemperyalistlerin gözünü diktiği Sovyetler, 2. dünya savaşında faşizmi yenmiş, sosyalizm Avrupa içlerinde doğru yeni bir atak yapmıştı. 1949’da Mao’nun uzun yürüyüşü devrimle sonuçlandı. Vietnam savaşı tüm dünyaya emperyalizmin yenilebileceği gösterdi. Cezayir bağımsızlık savaşı, Mısırdaki antiemperyalist hareket, 1950 sonrasının dünyadaki politik iklimi belirledi. Sömürgeler bağımsızlıklarını kazanmakta, ulusal kurtuluş hareketleri yaygınlaşmaktaydı.
SERÜVENCİ GERİ DÖNMEYECEĞİ YOLCULUĞA ÇIKIYOR
Guevara, okulu bitirmesinin ardından Bolivya, Peru, Ekvator, Panama, Nikaragua, El Salvador gibi ülkelerde geçerek Guetamala’ya varır. Guatamala’da “devrimci durum” söz konusudur, buraya yerleşmeye karar verir. İlk eşi Hilda’yla burada tanışır. Hilda, Perulu bir devrimcidir ve Che’nin pek çok politik insanla tanışması onun sayesinde olur. Kübalı devrimcilerle de bu dönemde iletişim kurar. Kendisinin çok sık kullandığı, Arjantinlilere özgü bir kelime olan, dost, arkadaş anlamındaki “che” adı bu dönemde kendisine takılır. Artık tam adı Teniente Emesto Che Guevara de La Serna’dır.
1954 yılında Guatemala’da karşı devrimin saldırısı başlar. Che önce karşı devrimi engellemek için silahlı milislere katılır, ancak milisler hareketi bir türlü başlatmayınca doktorluk hizmetine geri döner. Ancak darbe başarılı olmuştur ve Che bir süre Arjantin Konsolosluğunda gizlendikten sonra Meksika’ya geçer. Guatemala’daki hükümetin CIA darbesiyle devrilmesi, ABD emperyalizmine karşı silahlı direniş fikrini Che’nin kafasında pekiştirir.
Meksika’da Kübalı sürgünlerle ilişkileri gelişir ve Raul Castro’yla tanışır. Kısa süre sonra da Küba’daki hapishaneden serbest bırakılan Fidel Castro, Meksika’ya gelir. Raul, Che’yi Fidel’le tanıştırır ve Che’yle Fidel’in yol arkadaşlığı başlar. Fidel’le ilk tanıştığı andan itibaren sonsuz bir güven duygusuyla bağlanmıştır. O, artık Batista diktatörlüğünü yıkmak için mücadele eden 26 Temmuz Hareketi’nin bir parçasıdır. Herkes onu grubun doktoru olarak görür ama askeri eğitimlere katılır. Eğitmenleri İspanya iç savaşında sosyalistlerin askeri lideri Alberto Bayo’dur. Che, Bayo’nun hemen gözüne çarpmıştır.
DEVRİM İÇİN KÜBA’YA YOLCULUK
25 Kasım 1956’da aslında hava koşulları hiç de uygun değilken Granma adlı gemi Meksika kıyısından Küba’ya doğru hareket eder. Gemide Che dışında herkes Kübalıdır ve tarih onu da artık Küba halkına kopmaz bağlarla bağlıyordur. Gemi karaya çıkar çıkmaz Batista askerlerinin saldırısına uğrar, ekipten geriye yalnızca 20 kadar kişi kalır.
Dünya devrim tarihi açısından çok ayrıntılı bir değerlendirmeyi hak eden, Sierra Maestra dağlarından başlayan uzun gerilla mücadelesi, kentlerdeki isyanlarla birlikte yürütülür ve 1959 yılında gerçekleşen Küba Devrimi, Fidel’in önderliğinde iktidarı ele geçirir. Che bu süre boyunca muazzam bir savaşçı ve komutandır. Astım defalarca onu yenmeye çalışmış ama teslim olmamıştır. Savaşın en kritik noktalarında gösterdiği kararlılık başarıyı getiren temel etkenlerden biri olmuştur.
7 Şubat 1959’da Che “doğuştan Küba vatandaşı” ilan edilir. Devrimden sonra, karşı devrimin unsurlarının tutulduğu hapishanenin komutanlığına atanır. Ardından Ulusal Toprak Reformu Enstitüsü’nde göreve getirilir. Küba Merkez başkanlığının ardından Sanayi Bakanı olur. Küba’da sosyalizmin inşa edilmesi için elinden geleni yapar. İnsanın sosyalist bir düzende nasıl ilerlemesi gerektiğini tartışmaya çalışır. Bütün bu görevleri esnasında diğer yandan da Latin Amerika ülkelerdeki devrimci hareketlere yardım etmek için çabalar.
Bu arada Küba, Fidel ve Che; ABD, CIA’nın komplolarıyla, saldırılarıyla baş etmek zorundadır. 1961’de Domuzlar Körfezi işgali gerçekleşir. 62’de ABD’nin Türkiye ve İtalya'ya, SSCB’nin ise Küba’ya nükleer başlıklı füze yerleştirmesi ile başlayan kriz yaşanır.
1964'te Birleşmiş Milletler‘de konuşma yapmak üzere Küba heyetinin başı olarak New York'a gider. Konuşması, görüşmeleri dünya çapında bir etkiye yol açar. Ardından Fransa, Çin, Birleşik Arap Cumhuriyeti, Cezayir, Gana, Gine, Mali, Dahomey, Kongo, Tanzanya, İrlanda, Çekoslovakya, Cezayir gibi ülkeleri dolaşır.
CHE “KITASAL DEVRİMİ ATEŞLEMEK” İÇİN TEKRAR YOLA KOYULUR
Che, gezilerin ardından Küba’ya döner. Ama kısa süre sonra Kübalıları merakta bırakarak ortadan kaybolur. Aylar boyunca neden ortada olmadığı konuşulur. Sovyet politikalarına eleştirel bakması, Mao’ya duyduğu sempatiden kaynaklı Fidel ile arasının bozulduğuna dair dedikodular çıkar.
Fidel, 3 Ekim 1965’te Che’nin kendisine yazdığı veda mektubunu okur. Bütün söylentilerin ve tespitlerin ötesinde Che’nin ufkunu mektubun şu sözleri özetler:
“Mütevazı çabalarıma başka yerlerde, dünyanın başka yerlerinde de ihtiyaç duyuluyor. Küba'nın başında olduğun için mahrum olduğun şeyleri yapabilecek durumdayım, artık yollarımızın ayrılma vakti geldi.”
Bana göre Che’nin ayrılış nedeni, Küba’ya gelişiyle aynıdır. “Kıtasal bir devrimi ateşleme” fikri ve arzusu Che’nin Küba’dan ayrılmasının temel nedenidir.
Küba’dan ayrılıp Kongo’ya vardığında 37 yaşındadır. “Kıtasal bir devrimi ateşleme” fikrine Afrika’nın emperyalizmin zayıf halkası olduğu değerlendirmesi eklenmiştir. Yardımcısı ve Kübalı bir ekiple oradadır ve bu plan Fidel’le karar birliğine varılarak yapılmıştır. Kongo hamlesi pek çok sebepten kaynaklı başarısız olur.
Che, buradan ayrıldıktan sonra Prag ve Alman Demokratik Cumhuriyeti'nde saklanır, Kongo’ya dair deneyimlerini kaleme alır. Bu arada Fidel dönmesi için zorlamaktadır.
Küba’dan ayrıldığı artık herkes tarafından bilinmektedir, ama Che nerededir? ABD ve Latin Amerika’nın işbirlikçi iktidarları için bu soru Mart 67’de cevap bulur. Bolivya ordusuyla çatışmaya giren bir gerilla birliği, geri çekilirken bazı fotoğrafları arkalarında bırakır. Che’nin Bolivya’da olduğu böylece ortaya çıkar. Bolivya devlet başkanı Barrientos, Che’nin öldürülmesini ister. Mart’tan Ekim’e kadar Bolivya ordusuyla gerillalar arasında çatışmalar sürer. 8 Ekim’de bir muhbir kampın yerini ihbar eder. Operasyon sonucu Che ayaklarından vurularak yakalanır, daha sonra yakınlardaki bir köyün terkedilmiş okuluna götürülür. Bolivya ordusunda çavuş olan Mario Teran onu öldürmeye gönüllü olur. Teran olayı şöyle anlatır:
“İçeri girdiğimde Che bir bankta oturuyordu. Beni görünce, ‘beni öldürmeye geldin’, dedi. Kendimi ateş etmeye hazır hissetmiyordum. Bana, ‘sakin ol, alt tarafı bir adam öldüreceksin.’ dedi. Sonra kapıya doğru bir adım geri gittim, gözlerimi kapadım ve ilk ateşi açtım.”
18 Ekim 1967’de Fidel, Devrim Meydanı’nda bir milyon Kübalı’ya, Che'nin öldüğünü duyurur.
Aradan yıllar geçer ve 90’lı yıllarda iki yıllık bir araştırmadan sonra Che’nin kayıp cesedi, arkadaşlarıyla beraber gömüldüğü toplu mezarda bulunur. 17 Ekim 1997’de Fidel’in, Kübalıların ve dünyanın dört bir tarafından gelen binlerce insanın katılımıyla, Küba’da Santa Clara şehrindeki anıt mezara gömülür.
CHE’NİN DÜNYA ve TÜRKİYELİ DEVRİMCİLER ÜZERİNDEKİ ETKİSİ
Che’nin öldürüldüğü haberi duyulduktan sonra dünyanın her yanından verilen tepkiler, onun halkların kalbinde yaşayacağının ilk işaretleridir. 1968 hareketinin en önemli sembollerinden biri Che’dir.
Ölmüş olmasına rağmen Che’nin önemi, gerek Latin Amerika gerekse dünya devrimi için hiç azalmaz.
Türkiye sosyalist hareketi 1968’le birlikte Küba devrimi ve Che’den fazlasıyla esinlendi. Esinlenilen yalnızca Che’ye yüklenen anlam değil Küba Devrimi’nin ideolojik pratik çizgisiydi. Mahir Çayan “Evet, Küba Devrimi Marksizm-Leninizm hazinesine büyük bir katkıdır. Küba Devrimin muzaffer devrimcileri Fidel Castro, Che Guevara ve arkadaşlarından bizim gibi yarı sömürge ülke Marksistlerinin öğreneceği çok şey var” diye yazmıştır. Deniz Gezmiş ve arkadaşları Che’nin düşüncesinden ve tarzından ilham almıştır.
O yıllardan bugünlere ülkemizde ve dünyada politik altüst oluşlar, yenilgiler, darbeler, toplumsal isyanlar yaşandı. Tarih sınıflar mücadelesiyle akmaya devam ediyor. Bu süre zarfında Che’nin halk ve mücadele edenler nezdindeki değeri hiç azalmadı.
Geçtiğimiz elli yıllık süreçte kapitalizm “Che mitinin” içini boşaltarak onu yalnızca bir figür olarak “piyasaya” sürmeye de çalıştı. Başaralı olamadıkları ortada. Pankartlardan, tişörtlerden, duvarlardan hiç inmeyen Che dünyanın her tarafında devrimciliğin simgesi olarak görülüyor. Che’yi öldürdüler ama Che yaşamaya devam ediyor.
Hasta Siempre Comandante!
KAYNAKLAR:
Paco Ignacio Taibo II, Ernesto Guevara Namı Diğer Che, Everest Yayınları
Lucía Álvarez de Toledo, Che Guevara’nın Yaşam Öyküsü, Ayrıntı Yayınları