İkinci yüzyılın arifesinde: Böyle bir Cumhuriyet de mümkün
Bugün 29 Ekim, Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi olarak ilan edilişinin 99. yıldönümü. Ülkelerin kuruluş yıldönümleri dünyanın hemen her yerinde “resmi bayram” olarak kutlanır. Bizde Cumhuriyet Bayramı resmi günler içinde birinci sırada olma özelliğini bir asırdır sürdürüyor.
Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihini değerlendirirken öncesini hiç hesaba katmadan Kurtuluş Savaşı sürecinden ve 1923’ten başlayan bir devrimden bahsetmek tarihi gerçeği anlamakta yetersiz kalıyor. Osmanlı Devleti’nin yıkılış dönemine girdiği son yüzyılında atılan adımları; aydınlar içinde gelişen fikir hareketlerini, Islahatları, Sened-i İttifak’ı, Tanzimat’ı, Meşrutiyet’i ve 1908’i bilmek, anlamak ve değerlendirmek gerekir. Fakat tarihsel bütünlük içinde değerlendirdiğimiz aşamaları yalnızca öncekilerin biraz daha ileri bir adımı olarak görmek de yetersiz kalacaktır.
1923’te Cumhuriyet’in ilanıyla başlayan dönem, 600 yıllık Osmanlı Devleti’nden kopuştur. Osmanlı, uzun yıllar boyu, gelişmiş batılı emperyalist devletlerin kurdukları her masanın paylaşım ve pazarlık konusuydu. Uzun çöküşünü 1. Dünya Savaşı hızlandırdı, ardından dayatılan onursuz anlaşmalara, devleti denge siyasetiyle ayakta tutma siyaseti dışında başka bir ufku olmayan saltanat ve onun hükümetleri imza attılar. Anadolu’ya daralan son topraklar da bu anlaşmaların sonucunda işgale maruz kaldı.
1919-23 arası, işgale karşı mücadeleyle saltanata karşı ihtilalin, Anadolu’da çıkan birçok isyanla mücadelenin, iç savaşın ve rakip görülen siyasal odakların saf dışı bırakılma hamlelerinin iç içe geçtiği bir tarihsel kesittir.
Cumhuriyet’in kurulması, Osmanlı’nın reddedilmesidir. Osmanlı Devleti’ne son verenler işgalci devletler değil, Cumhuriyet’i kuranlardır. Bu süreç bir günden ibaret değildir, yukarıda verdiğim tarihsel aralıkta atılan adımlarla gerçekleşmiş, 29 Ekim bu adımların sonucunun ilan edildiği gün olmuştur. Artık saltanat, padişah, hilafet yoktur, yeni bir devlet kurulmuştur.
CUMHURİYETİ DEĞERLENDİRİRKEN ORTAK PAYDADA BULUŞAMAMAK
Sağ ve sol yelpazede yeri olan her siyasi çizginin Cumhuriyet’e dair birbirine yakın yaklaşımları da aksi yönde değerlendirmelerini de görebiliriz.
Halkın büyük kesimi AKP’nin iktidar olduğu yıllardan bugüne ama özellikle de son yıllarda “Cumhuriyet’in tasfiye edilmeye çalışıldığı” duygusuyla muhalif bir coşkuyla 29 Ekim’i karşılıyor. Elbette iktidar da bunun farkında ve halkın kitlesel olarak katıldığı yürüyüşleri, kutlamaları hoş görmüyor.
Eskiden Cumhuriyet Bayramı kutlanırken, 1923’ün Osmanlı’dan kopuş, saltanat ve “çağdışı” padişahlık sisteminden kurtuluş olduğu anlatılırdı. Resmi tarih 1950’ler sonrasında bu tezinden yavaş yavaş geriye çekildi. 12 Eylül ve onun ideolojisi Türk İslam sentezi bu açıdan çok önemli bir dönüm noktasıdır.
Şüphesiz AKP iktidarı başka bir dönüm noktası. AKP Genel Başkanı’nın geçtiğimiz yıllardaki kutlama mesajı demek istediğimi anlatıyor: "Selçuklu'dan Osmanlı'ya ve oradan genç Türkiye Cumhuriyeti'ne devreden tarihi süreklilik içinde süren büyük yolculuğumuzu, inşallah, 2023 hedeflerimizle taçlandıracak, 2053 ve 2071 vizyonlarımızla da bir üst seviyeye çıkartacağız."
Bu bakımdan Mahir Ünal’ın hala tartışılan sözlerine de çok sahip çıkmamış olsalar da iktidarı ve temsil ettiği siyasi çizgiyi yansıttığı söylenebilir. “… maalesef bir kültür devrimi olarak Cumhuriyet, bizim lügatimizi, alfabemizi, dilimizi hasılı bütün düşünme setlerimizi yok etmiştir.”
İktidarın hem geçtiğimiz yüz yıla, hem de önümüzdeki döneme bakışını biliyoruz. “2023, 2053, 2071 vizyonlarımız” denilenin ne olduğuna dair hepimizin kafasında somut başlıklar beliriyor. “Millet İttifakı” bileşenlerinin Cumhuriyet’in geçmişine dair aynı değerlendirmeleri yapmaları olası değil. Şimdilik AKP’yi göndermek konusunda ortak fikre sahipler, geleceğe dönük olarak ise çeşitli metinler yayınlamış olsalar da somutlaşmış bir siyasal program sunmuş değiller.
Siyaset yalnızca Millet ve Cumhur İttifaklarından oluşmuyor. Meclis’te, ittifaklar dışında kalan HDP, TİP var. Ülkemiz toplumsal muhalefetini omuzlayan, yıllardır her türlü baskıya karşı direnen sosyalist yapılar, emek, meslek örgütleri, sendikalar, demokratik kitle örgütleri, kadın mücadelesinin örgütleri, kurum ve partiler var. “Cumhuriyet” tartışması söz konusu olduğunda bütün bu kesimlerin de değerlendirmeleri birbirinden farklılaşıyor.
Cumhuriyet’in tarihi yüzüncü yılının arifesinde her zamankinden daha çok konuşulacak, tartışılacak. Bu meselede yalnızca iktidarla değil, birbirine yakın yerde duranlar olarak da ortaklaşamayacağız. Elbette geçmişe nasıl baktığımız gelecek tahayyülümüzün de yansımasıdır. Peki, geçmişi yok saymadan geleceğimize odaklanarak konuşma olanağımız yok mu? “Nasıl bir ülkede yaşamak istiyoruz” sorusuna vereceğimiz cevaplar, bu cevapları toplumsallaştırmaya çalışmak ortaklaşmamızı kolaylaştırmaz mı?
Maruz kaldığımız kötülüğe, illet olarak görülmeye, yok sayılmaya, işçi katliamlarına, yoksulluğa, baskıya, gericiliğe karşı “insanca yaşayacağımız” bir ülkenin esaslarını en sadeleşmiş haliyle tartışamaz mıyız?
29 Ekim’i isteyen kutlar, isteyen geçmiş yüzyılı yerer, isteyen de ikisinin mümkün olduğunu düşünür ve öyle davranır. Ama ne düşünürsek düşünelim, ne yaparsak yapalım, konunun etrafından dolanmadan, kaçak güreşmeden, yaşadığımız coğrafyaya yabancılaşmadan yapalım.
Cumhuriyet’in yüzüncü yılını konuşurken yaşadığımız karanlığın ve akıl dışılığın önce karşısına sonra da yerine insani ve makul olanın koyulmasını hedefleyebiliriz. Evet, bu ülke insanca yaşadığımız bir memleket haline gelebilir. Böyle bir ülke hangi esaslar üzerinde mümkün olabilir?
NASIL BİR ÜLKE, NASIL BİR CUMHURİYET İSTİYORUZ?
99 yıllık tecrübemiz bize halkın “imtiyazsız, sınıfsız ve kaynaşmış” bir kitle demek olmadığını ispatladı. Bir biz varız; emeğiyle geçinenler, bu ülkenin bütün değerlerini ve güzelliklerini yaratanlar; bir de emeğimizi sömürenler, ülkemizin yer altı ve yer üstü varlıklarını yağmalayarak karlarına kar katanlar var.
Bu memleketin sahibi onu sömürenler, üzerimizde tepinenler, mutlu küçük bir azınlık değil, emeğiyle geçinen milyonlarca insandır. Çare halkın kendi kaderini eline aldığı bir ülkedir. Cumhuriyet’e dair kazanım olarak gördüğümüz, değerli bulduğumuz ne varsa korumak da onları gerçekten kazanmak da ancak böyle mümkün olabilir.
Laikliği kazanabilir, toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlayabilir, Kürt meselesini eşitlik ve demokrasiyi tesis ederek çözebiliriz. Bu ülkede yaşayan herkes, her inanç barış içinde, kardeşçe bir arada eşit bir yaşamı kurabiliriz.
Ülkemizin yeraltı ve yerüstü zenginliklerini, kentlerini koruyan ve yağmalatmayan; emperyalizmden ve sermaye tahakkümünden bağımsız hale gelmiş, komşu ülkelere düşmanlık siyasetiyle yaklaşmayan, halklarla dostluk kuran bir ülke olabiliriz.
İnsanları mutlu, çocukları eğlenerek büyüyen, gençleri geleceksizliğe mahkûm olmayan, yarınlarına umutla bakan bir ülkede yaşamayı fazlasıyla hak ediyoruz.
Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına kazanarak girelim. Saltanat değil, demokrasi, ümmet değil yurttaş, gericilik değil laiklik, faşizm değil özgürlük, kölelik değil insanca bir yaşam isteyenler kazanabilir, bu mümkündür!