Devrimcilerin altın çağı: Deniz, Yusuf, Hüseyin’i öldüremediler

Şimdi dünyanın her köşesinin ve ülkemizin eşitliğe, özgürlüğe ve barışa hasret olduğu bir tarihsel dönemdeyiz. Onları anarken rüzgârın soldan esmesi için yapılması gerekenleri tarihsel birikimimizden ders alarak yapmamız gerekiyor.

Bundan 51 yıl önce, gün 6 Mayıs’a döndükten birkaç saat sonra Ankara Merkez Cezaevi’nde Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan idam edildiler. 12 Mart askeri faşist darbesi yükselen devrimci mücadeleyi, önderlerini katlederek bastırmayı kendisine hedef olarak koymuştu. Oluşan toplumsal seferberliğe rağmen rejimin sahipleri idamlarda ısrarcı oldular. Karar alınırken Adalet Partisi sıralarından Menderesler kastedilerek “3’e 3” tezahüratları yükseliyordu. “Evet” oyu veren 273 ismi merak edenler internetten bulabilir. Sembolik olarak birkaçını yazayım: Süleyman Demirel, Alparslan Türkeş, Orhan Öztrak, Turhan Feyzioğlu, İsmet Sezgin, Nahit Menteşe…

Esasında katliam politikası 1968 yılında öğrenci hareketi sıçrar sıçramaz uygulanmaya başlar. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi Vedat Demircioğlu, 24 Temmuz 1968’de 6. Filo eylemlerinin arkasından İTÜ yurduna yapılan polis baskınında katledilir. Taylan Özgür, 23 Eylül 1969’da İstanbul Üniversitesi’ne geldiği sırada polis tarafından Beyazıt Meydanı'nda arkasından vurulur. Kontrgerilla cinayetleri devrimci gençliğin yükselen mücadelesine engel olamaz, bu yüzden katliamları bizzat en tepeden yönetecek 12 Mart darbesi yapılır. Hedef; devrimcileri Balyoz Harekâtıyla yok etmektir.

31 Mayıs 1971’de Sinan Cemgil, Kadir Manga ve Alparslan Özdoğan Nurhak Dağlarında; 1 Haziran’da ise Hüseyin Cevahir Maltepe’de katledilir. 9 Ekim 1971’de ise mahkeme Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in kalemini kırmıştır. 1972 19 Şubat’ında Ulaş Bardakçı Arnavutköy’de kurşunların hedefi olur. 30 Mart’ta Tokat'ın Niksar ilçesi, Kızıldere köyünde Denizlerin idamını engellemek için yola çıkan Mahir Çayan ve dokuz arkadaşı katledilirler. Denizlerin idamından bir yıl sonra ise İbrahim Kaypakkaya 18 Mayıs 1973’te ağır işkencelerle öldürülür.

Devlet nezdinde “suçları” bu kadar ağır olan, hemen hepsi otuzunu göremeden öldüren devrimci gençler halkın kalbinde yaşıyorlar. 50 yıldan fazla zamandır her yıl yeni doğan binlerce çocuğun adı Deniz, Hüseyin, Mahir, İbrahim, Taylan, Sinan, Yusuf… ve sonraki yıllarda katledilen devrimcilerin isimleri oluyor.

Ülkemizin tarihinde büyük bir siyasal kırılmaya neden olan yıllara nasıl gelindi? 68’de sıçrayıp devrimci harekete dönüşen gençlik mücadelesi hangi tarihsel koşullarda ortaya çıktı?

DÜNYADA 68

Bilindiği gibi 68 Kuşağı kavramı yalnızca bizim ülkemizin değil dünyanın pek çok ülkesinin bir dönemini ve bir kuşağını tanımlıyor. 2. Dünya Savaşı sonrasında kapitalizmin savaş ekonomisinden refah ekonomisine geçtiği hızlı bir tekelleşme süreci çeşitli sınıfsal gerilimleri de artırıyordu. Bununla birlikte emperyalizme karşı verilen başarılı bağımsızlık mücadeleleri, Latin Amerika devrimci hareketleri, Çin Devrimi, Küba Devrimi dünya halkları ve sosyalistler açısından moral ve ilham kaynağı oluyordu. Vietnam Savaşı ve direnişi ise emperyalist kapitalizmin insanlık dışı, barbar yüzünün görülmesi için ayrı bir anlam taşıdı, 68 Hareketi için başlı başına bir dinamik oldu. ABD ve Avrupa’da savaş karşıtı bir hareket yükseldi. Üniversiteler bu hareketin merkeziydi.

68 Hareketini tetikleyen bu durum her yerde somut bir antiemperyalist mücadeleye evrilmedi. Kimi yerde protestolar üniversite gençliğinin talepleriyle sınırlı kaldı. 68, Fransa’da öğrencilerin işçilerle birleşme çabaları dışında Avrupa’nın diğer ülkelerinde üniversitelerle sınırlanan bir protesto hareketi olarak kaldı. Sorgulama, itiraz, protesto, dayatılan kalıpları kırma, pek çok sınırı ortadan kaldırma gibi özellikleriyle siyaseti, sanatı, toplumsal yaşamı, edebiyatı fazlasıyla etkiledi. Ama Avrupa’nın 68’i ülkemizde yaşanan gibi bir siyasal altüst oluşa neden olmadı.

1968’E KADAR ÜLKEMİZDE SOL

Ülkemiz topraklarının yüzyılların derinliklerinden gelen isyan ve direnme geleneğine sahip olduğu malum. İşçi sınıfı ve sosyalist mücadelenin de yüz yılı aşan derin köklerinin olduğu son yıllarda yapılan çalışmalarla somut olarak ortaya koyuldu. Fakat yüz yılı aşan bu tarih aynı zamanda sosyalistlerin uğradığı ağır baskıların, antikomünist siyasetin tarihidir. Esaslı bir kuvvet olabilme ihtimalinin arifesinde katledilen Mustafa Suphilerin ardından uzun yıllar sol, sosyalistler bırakın toplumsallaşma imkânlarını, hayatta kalmakta zorlandılar. Komünistler varlıklarını genellikle gizli çalışmalarla yürütmek zorunda kaldılar.

1950’lerle birlikte yoğunlaşan kırdan kente göçler ise hem şehirleri hem de işçi sınıfını büyütüyordu. Baskılara, antikomünist siyasete rağmen sol kitleselleşmenin kanallarını açmaya çalışıyordu. 1953 yılında kurulan Türk İş genel merkezinin düzeni kollayan sendikacılığına rağmen işçi sınıfı mücadelesi içinden hayatını mücadeleye adayan pek çok sendikacı çıktı. Türkiye İşçi Partisi’ni 1961 yılında kuran aralarında Kemal Türkler’in de olduğu böyle sendikacılardır. Kurucular 1962 yılında Mehmet Ali Aybar, Behice Boran, Adnan Cemgil gibi pek çok akademisyen ve aydını partiye alarak yeni bir sürecin başlamasını sağlamışlardır. TİP’in sosyalist taleplerin, solun toplumsallaşmasında, kitlelerle buluşmasında çok önemli bir dönüm noktası olduğu açıktır.

1960’ların başından itibaren yaşanan toplumsal ilerlemenin bir başka göstergesi işçi sınıfının ve köylülerin yükselen mücadelesidir. 1961’de sendikal haklar için Saraçhane'de yapılan büyük miting, Kavel, Demir Döküm, Sungurlar, Paşabahçe, Derby grevleri, 1967’de DİSK’in kurulması, 1970 15-16 Haziran’ında yaşanan ülke tarihinin en büyük direnişi, işçi sınıfı mücadelesinin bu yıllardaki yükselişini göstermektedir. Aynı yıllarda Ege, Karadeniz ve Akdeniz bölgelerinde köylü eylemleri, üretici mitingleri ve yer yer toprak işgalleri gerçekleşmektedir.

Toplumsal hareketliliğe, 1960’lı yılların başında hareketlenen Kürt halkının adımları da eklenmelidir. TİP bu açıdan da önemlidir ve 1967’den itibaren başlayan Doğu Mitingleriyle süreç Devrimci Doğu Kültür Ocakları'na (DDKO) kadar ilerler.

Toplumsal ilerlemeden bahsederken aydınlarda, edebiyatta, sanatta, fikir alanında yaşanan sıçramaya değinmeden geçmemeliyiz. Marksist literatüre ait eserler hızla basılmaya başlanmış, sol klasikler çok fazla kişiye ulaşıyordur. Nâzım Hikmet geniş kitleler tarafından okunmaktadır. Mesela 1968’de Ahmet Arif’in Hasretinden Prangalar Eskittim’i yayınlanır. Köy Enstitülü yazarların kırsal kesimin sorunlarını anlattığı romanları edebiyatta önemli bir basamak olmuş, 60’ların ortalarına doğru işçi sınıfının sorunlarını anlatan yazarlar eserler vermeye başlamıştır. Yaşar Kemal, Kemal Tahir, Orhan Kemal gibi yazarlar geniş kitlelerle buluşmaktadır. Aşık İhsani, Ruhi Su, Zülfü Livaneli, Timur Selçuk, Cem Karaca binlerce insanı bir arada topluyor; devrimci marşlar, şarkılar söylüyordur.

1968’de sıçrayan devrimci gençlik hareketini bu toplumsal iklimin içinde değerlendirmek gerekir.

TÜRKİYE’NİN 68 BAŞLIYOR: HAZİRAN 1968

27 Mayıs gerçekleşmeden önce DP’ye karşı yükselen öğrenci hareketleri 1960’lı yıllarda hafızalardaki yerini koruyordu. 555K eylemi, Turan Emeksiz’in öldürülmesi bu tarihin bugün de ilk hatırlattıkları simgelerdir. 1965’te ise TİP Meclis’e girer ve geniş kitleler tarafından sahiplenilir, özellikle de gençlik için bir adrestir. 1965’te kurulan Fikir Kulüpleri sol, sosyalist fikirlere sahip öğrencilerin toplandıkları örgütlenmeleridir. Dünyada da sol bir rüzgâr esiyordur ki Mayıs 1968’de Fransa’da gençlik hareketi patlar.

Haziran ayında ise Türkiye’de öğrenciler İstanbul başta olmak üzere üniversitede reform talebiyle okullarda işgaller ve boykotlar başlatır. Ekim ayında ODTÜ’de büyük bir işgal ve boykot gerçekleşir. Üniversiteye dair taleplerin yanı sıra özel okulların kamulaştırılması temel taleplerdendir. Bu dalgaya askeri okul öğrencileri de hızla dahil olur. Üniversite gençliğinin eğitim hakkına dair talepleri TÖS’le aynı noktalarda birleşiyor, Devrimci Eğitim Şurası bu atmosferde yapılıyordur.

Yükselen gençlik hareketinin antiemperyalist yönü öne çıkan en önemli özelliğidir. “Tam Bağımsız Türkiye” sloganı “İkinci kurtuluş savaşı veriyoruz” iddiasıyla kitleselleşir. 6. Filoya karşı yapılan eylemler, ABD askerlerinin denize atılması, Vietnam’da görev yapmış ve Türkiye’ye gönderilmiş ABD elçisi Robert Kommer’in Ocak 1969’da ODTÜ’de arabasının yakılması bu dönemin simge eylemlerinden bazılarıdır.

Gençlik hareketi, hızlı yükselişiyle birlikte ülkenin en temel problemlerine dair tartışmalara aktif biçimde dâhil olur. Mücadele amfilerin kampusların dışına hızla çıkar. Köylülerin mücadelelerinde, işçi mücadelelerinde devrimci gençliğin etkisi belirgin biçimde görülür.

1968’den 1972’ye kadar olan tarihsel kesit özerk demokratik üniversite mücadelesinden Filistin direnişine kadar çok geniş bir mücadele yelpazesini içerir. Deniz Gezmiş ve dönemin bütün devrimci gençlik önderleri bu mücadelelerin başını çekmektedir. Dört yıllık bir zaman diliminin içine sığan gelişmeler neredeyse bu yılların her gününü incelenmeye değer kılar.

Ekim 1969’da toplanan FKF Olağanüstü Kurultayı'yla Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu (Dev-Genç) oluşur. Tüzüğe göre Dev Genç “emperyalizme ve feodal kalıntılara karşı verilen halkımızın devrim mücadelesinde sosyalist gençliğin düşünce ve eyleminin geliştirilmesi amacıyla” kurulmuştur.

Gençlik hareketinden devrimci harekete doğru ilerlenirken TİP yükselen mücadelenin ihtiyacını karşılayamaz. Böylece sosyalist hareketin büyük bir toplamı TİP çizgisini hızla terk eder, kendisine yeni yollar bulmanın derdindedir. Bu süreç birçok mücadelelerin yanı sıra sosyalistlerin tartışmalarının en yoğun şekilde yaşandığı, ayrımların kalın çizgilerle çizildiği bir dönemdir. Türkiye’nin rejimine, devrimin nasıl olacağına dair tartışmalar bu döneme kadar bu yoğunlukta ve keskinlikte yapılmamıştır. Yerleşik, kalıplaşmış pek çok tez ve anlayış etkisini kaybeder. Yalnızca TİP değil, Yön ve gençlik hareketini en başlarda ciddi biçimde etkileyen Milli Demokratik Devrim tezleri de etkisizleşir. Gençlik hareketinin önder kadroları ideolojik olarak da yenilenmeye önemli katkılar sunarlar. Bu tartışmalar ve örgütlenmeler neticesinde farklı farklı örgütler ortaya çıkar.

Bu dönem ortaya çıkan hareketlerin önder kadroları büyük oranda katledilmiş olsalar da sonraki yıllarda gelişen mücadelenin ve oluşan sosyalist geleneklerin büyük çoğunluğu sahiplenerek ya da bu döneme özeleştirel yaklaşarak bu dönemin mirası temel alarak yürüdüler. Ülkemizde 1968 sonrası gelişen hareket solun esastan yenilenmesini sağlamıştır.

Öte yandan bahsettiğimiz tarih yalnızca “sol içi” meselelerden ya da tartışmalardan ibaret değildir. Ülkemizi, toplumu derinden etkileyen, bazen on yıllara yayılan gelişmelerin birkaç yıla sığdığı bir altüst oluştan bahsediyoruz. Devletin yapısından, kültürümüze, edebiyata ve sanata, toplumsal yaşama kadar hayatın her alanını değiştiren, derin izler bırakan bir devrimci dönemdir söz konusu olan.

DENİZ’İ, YUSUF’U, HÜSEYİN’İ ANARKEN

Çoğumuzun doğmadığı yıllardan bahsediyoruz. Çocukluğumuza, ilk gençlik yıllarımıza dair anılarımız artık silikleşirken 51 yıl önce, 6 Mayıs’ta idam edilen devrimci gençlerden yakın bir tarihmiş gibi bahsediyoruz. Bir ülkenin, halkın kalbinde yaşamalarındandır böyle olması. İdama giderken bile dik durdukları için, haklı mücadelelerini savundukları için yalnızca sol kamuoyu tarafından değil hemen herkes tarafından saygıyla anılırlar.

Şimdi dünyanın her köşesinin ve ülkemizin eşitliğe, özgürlüğe ve barışa hasret olduğu bir tarihsel dönemdeyiz. Onları anarken rüzgârın soldan esmesi için yapılması gerekenleri tarihsel birikimimizden ders alarak yapmamız gerekiyor. Hayatın her alanında toplumsal ilerlemeyi hızlandıracak, sınıf mücadelelerini büyütecek bir iklimin oluşmasının da önemini anlayabilmeliyiz.

Onların son sözlerini hiç unutmadan…

Deniz Gezmiş: “Yaşasın tam bağımsız Türkiye! Yaşasın Marksizm Leninizmin yüce ideolojisi! Yaşasın Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi! Kahrolsun emperyalizm! Yaşasın işçiler, köylüler!”

Hüseyin İnan: “Ben şahsi hiçbir çıkar gözetmeden halkımın mutluluğu ve bağımsızlığı için savaştım! Bu bayrağı bu ana kadar şerefle taşıdım! Bundan sonra bu bayrağı Türkiye halkına emanet ediyorum! Yaşasın İşçiler, Köylüler ve Yaşasın Devrimciler. Kahrolsun Faşizm!”

Yusuf Aslan: “Ben ülkemin bağımsızlığı ve halkımın mutluluğu için şerefimle bir defa ölüyorum! Sizler bizi asanlar şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz! Biz halkımızın hizmetindeyiz! Sizler Amerika’nın hizmetindesiniz! Yaşasın Devrimciler! Kahrolsun Faşizm!”

Etiketler
Altın