Hrant’a saygıyla… Tetiği çektiren eller bir kurşunla bizden neleri çaldı?
Aradan geçen bunca zamana rağmen Hrant Dink’in bedeni sanki hala Agos’un önünde yatıyor. Bıraktığı boşluk her geçen yıl daha da derinleşiyor. O boşluk Hrant’ın yokluğunun yanı sıra Ermeni Meselesine dair tabuların kalın duvarlarının daha da yükseltilmiş olmasındandır.
Zaman su misali, akıp gidiyor. 16 sene önce; yanlış hatırlamıyorsam güneşli ama soğuk bir kış günü öğleden sonra, tez yayılan kara haberle zifiri bir karanlık üzerimize çöktü. Her acıya, kapanmasını istediğimiz her yaraya ilaç diye “zaman” deyiveririz. Doğrudur fakat bazı acılara zaman da ilaç olmaz.
Hrant’ın acısı da, yarası da, öfkesi de zamanla dinmeyecek olanlardan. Bu duygu ben de dâhil Hrant’ın öldürülmesiyle sarsılan milyonlarca kişinin onunla yakın arkadaş olduğundan değildir. Hatta hiç aynı ortamda bulunmamış, merhabalaşmamış olmak da azaltmıyor onun ölümünün acısını.
Mümkün olmadığını biliyorum ama Rakel Dink’in, çocuklarının, ailesinin ve en yakınlarının yaralarının bir nebze olsun sağalmasını çok isterim. Ama bizlerin acısı, öfkesi hiç dinmesin; dinmemeli. Çünkü Hrant’ı hayattan koparan kanlı tezgâhın başındakiler yargılanmadılar, cezalandırılmadılar. Tetiği çeken dâhil birkaç kişinin ceza almış olmasını “hak edenleri hak ettikleri cezayı aldı” diyerek karşılayacak tek bir kimse bile yok. Oysa cinayetin üstüne gidilirse bütün gerçeklerin ve suçluların ortaya çıkacağını biliyoruz. Katillerin izlerini açık seçik herkes gördü ama yüzlerine işledikleri suçların hükümleri henüz okunamadı. Yüzden fazla duruşmanın yapıldığı yargılamalar sonucunda adalet yerini bulmadı.
SÜREKLİ SUÇ İŞLEYEN MEKANİZMA
Adına ister kontrgerilla, isterseniz derin devlet deyin, ülkemiz tarihi boyunca iktidarlarını ancak kanlı provokasyonlarla ve katliamlarla sürdüren mekanizma hala ayakta duruyor ve suç işlemeye devam ediyor. Yani Rakel Dink’in dediği gibi “bir bebekten bir katil yaratan karanlığa” son vermeden, ırkçılığın toplumsal köklerini ortadan kaldırmadan Hrant Dink ve benzeri bütün davalarda adalet yerini bulmayacak.
Egemenler Hrant Dink katledildikten sonra ahvali net görmeyelim diye epey uğraştılar. Oysa bazılarına göre demokratik bir zemine doğru hızla ilerliyorduk. Bazıları ne çabuk ikna oluvermişti cinayetin yalnızca eski derin devlet organizasyonun işi olduğuna. Öyle ya “bize yetmeyen” ama yine de “eski vesayet rejimini çözen bir demokratikleşme havası vardı”! Oysa yüzyıllık geçmişimizin bütün egemen unsurları öncesinde ve sonrasın bir şekilde oradaydılar. Dink’i yargılayan kanunu düzenleyen iktidar, ırkçısı, milliyetçisi, ulusalcısı, cemaatçisi… “Hepimiz Ermeniyiz” sloganındaki manadan ürken müesses nizam sahipleri ve bilumum bekçiler, birbirlerini günahı kadar sevmediği sanılanlar yan yana nasıl da diziliveriyordu. Ve AKP o gün de iktidardaydı.
BU TOPRAKLARIN İNSANIYDI
Aramızdayken değerini yeterince bilemediğimizden midir? Ya da pek çoğumuz öldürülmesinden sonra daha yakından tanıdığımızdan mı? Hrant’a duyulan hasret her geçen yıl daha da artıyor. Muhtemelen o gittikten sonra karşılaştığımız her felakette ve kötülükte ilk karşı duranlardan olacaktı. Cesaretle ve iyilikle mücadele edecek, anlatacaktı. Roboski’de öldürülenlerin yarasını sarmaya çalışacak; Gezi’nin direniş günlerinde parkla Agos arasında mekik dokuyacaktı. Evlatlarını kaybeden ailelerin yanı başından ayrılmayacaktı. Çünkü Hrant Dink bu toprakların insanıydı ve eşitliğin, özgürlüğün ve demokrasinin mücadelecisiydi. Yani ne istediğimizi, derdimizi en iyi anlatanlardan biri de o olacaktı. Söylemek istediğini samimiyetle anlatan, bildiği hakikati bütün çıplaklığıyla insanların gözünün önüne seren ama insanların gözüne sokmaktan, incitmekten bir o kadar sakınan bir çelebiydi Hrant. İstisnasız herkesin anlayabileceği bir dil bulmanın ustasıydı.
Bu ülke insanından gizlenmiş bir gerçeği bütün yalınlığıyla her yerde anlatacak cesareti vardı. 2000’li yılların başında Trabzon’da katıldığı bir panelde Ermeni meselesine dair söyledikleri bunun ispatıdır.[i] Önyargılarıyla salona giren birçok insan konuşmasının sonunda gözleri dolarak, en önemlisi ikna olarak onu alkışlıyordur. Eminim, Hrant’ı arkasından vuran katil bir kez onu dinleme şansına sahip olabilseydi bambaşka bir insan olurdu.
“Bana kalırsa ‘soykırım’, ‘tehcir’, ‘Büyük Felaket’ gibi başlıklarla konuşmak size ağır geliyor ve gözlerinize perde çekiyorsa insanların ‘küçük’ gerçek yaşamlarını anlatayım[ii], suçlamadan, yargılamadan anlatayım ki, siz de suçlamadan ve yargılamadan bir kez daha düşünün” diyordu.
Birinci Dünya Savaşı öncesi 3 milyon olan, sonrasında 300 bin kalan ve geçen zaman boyunca sürekli azalan atalarım nerde diye sormak suç olabilir mi? Aslında yapılan aynı zamanda binlerce yıllık bir kültüre sahip çıkmaktır. Türkülere, halaylara, masallara, taş ustalarına, demir ustalarına, yemeklere, binalara, kiliselere… Anadolu’nun tarihine, kültürüne dair mirasa sahip çıkmak Türklerin de görevi değil midir?
GERÇEKLERİ KABUL ETTİRME MÜCADELESİNDEN ÇOK DAHA FAZLASI
Bahsettiğimiz karanlık bu büyük tabuyu yıkma ihtimalinden kaynaklı Hrant Dink’i büyük bir tehlike olarak gördü. Bunun en büyük nedeni Ermeni meselesine dair önce “böyle bir şey olmadı”, sonra “biz kimseye bir şey yapmadık”, en son da “ihanete uğradık, biz katledildik” söylemiyle ilerleyen resmi politikayı ters yüz etmesiydi. Memleketimizin solcularının bile yeterli bilgiye sahip olmadıkları, bakmadıkları, görmedikleri bir konudur bu. Gerçeklerin er ya da geç ortaya çıkmak gibi bir huyu var mıdır emin değilim ama ancak peşinden koşan, bulup çıkartan birileri olursa gerçeklerin herkes tarafından öğrenilebileceğine eminim. Hrant Dink ise yalnızca gerçeklerin peşinden koşmadı, gerçeğin yarattığı kötülüğü bertaraf ederek güzel bir gelecek kurmanın hayalindeydi. Bu, gerçekleri kabul ettirme mücadelesinin çok daha fazlasıdır.
Geçmiş yaraları kanatmak değil, biraz olsun sarmaktı amacı. Geleceğimizi, ortak yarınlarımızı kurmak, birlikte yaşama kültürümüzün sağlıklı bir şekilde kurulmasına katkı sunuyordu. O gelecek, yan yana yaşamaktan mutlu olduğunu her fırsatta söylediği Türklerle, Kürtlerle, Lazlarla, Süryanilerle, Çerkeslerle, Araplarla, hasılı Anadolu’da yaşayan herkesle birlikte kurulacaktı.
Türklerin bu meseledeki paranoyasına Ermenilerin, Ermenilerin travmasına Türklerin iyi geleceğini söylüyordu. Yüz yıldan fazla zamandır “Ermeni” kelimesinin küfür sayıldığı (ki “Ermeni” kelimesi yakın zamanda bile Cumhurbaşkanı tarafından bu şekilde ifade edildi) coğrafyanın her karışında bunları anlatabilir ve konuştuğu herkesi ikna edebilirdi. Hrant Dink elbette yalnızca insanlarla konuşarak toplumsal gerçeğimizin değişmeyeceğini bilirdi. Fakat bir şeyleri tetikleyebilir, bazı kapıları açabilirdi.
İŞKENCELERE UĞRAMIŞ BİR DEVRİMCİYDİ
1980 öncesinde mücadelede yer almış, işkenceler görmüş, tutuklanmış bir devrimciydi. Belki çok şey değişmiş, köprülerin altından çok sular akmıştı ama o inandığı değerler sistematiğini esastan hiç terk etmedi. Ermeni Sorununu asla milliyetçi bir yerden ele almadı ve “kimlik” meselesine sıkışıp kalmadı. Emperyalizm gerçeğini hiç göz ardı etmedi, emperyalistlerin Ermeni Sorununu istismar etme amaçlarına her zaman itiraz etti. Batılı ülkelerde çıkan “soykırım” kararlarını yürüttüğü mücadelenin meşruluğuna dayanak görmedi. İsabetli bulursunuz ya da bulmazsınız ama “ne başaracaksak bu topraklar içinde, biz bize başaracağız” dedi. Ermeni milliyetçileri çoğu zaman onu kıyasıya eleştirdiler, duruşunu değiştirmedi. Aynı anda Türk milliyetçiliğiyle de sözünü sakınmadan mücadele etti. “Yeri geldiğinde bana Ermeni dölü diyorsun, yeri geldiğinde de Türküm dedirteceksin, yok öyle yağma” derken esaslı, cesur bir itirazı dile getiriyordur. “Türkiyeli kimliğimi öyle bedavadan kimseye terk etmem, bunu ben çok iyi taşıyorum. Benim birinci kimliğim Türkiyeliliğimdir. Ben Türkiyeliyim ve Türkiye Ermenisiyim.” “Ben üç binyıldır atalarımın yaşadığı topraklarda yaşıyorum, kimse diaspora demesin bize, yabancı mabancı değilim” sözleri bu topraklarla olan kopmaz bağını anlatıyordur. Hrant Dink yaşadığın ülkeyi sevmenin milliyetçilikle alakası olmadığının en büyük delilidir.
EN AZINDAN GÜVERCİNLERE DOKUNULMAYAN BİR ÜLKE İÇİN İNAT EDİYORDU
Hrant Dink’in duygusal bir insan olduğunu onu yakından tanıyanlar anlatıyor. Yazılarında ve izlediğimiz konuşmalarında bunu görebiliyoruz. Onu çok üzdüler, “Türk düşmanı” diye anılmamak için kılı kırk yardı, çünkü asla Türklere karşı bir düşmanlık hissetmedi. İstanbul’un valisinin odasında tehdit edildi. Hedef gösterdiler, çok defa “git” dediler, o gitmedi. Mahkeme kapılarında yıldırmaya çalıştılar yılmadı. “Türklüğe hakaretten” küçük bir ceza bile almaya tahammülü yoktu.
En sonunda, yolundan şaşmayan, korkuya teslim olmayan, bu toprakların en güzel insanlarından birini kalleşçe arkadan vurdular.
“Evet, kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz. Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler. Evet, biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce.” diyordu. Ne yazık ki bu ülkede güvercinlere bile kıyılabiliyor. Hâlbuki bunu en iyi bilenlerden biri Hrant Dink’ti ama bari en azından güvercinlere dokunulmayan bir ülke için inat ediyordu.
Bir gün ülkemizde yüzbinlerin bir ağızdan “Hepimiz Ermeniyiz” diye haykıracağı aklına gelir miydi bilmiyorum. Keşke tabunun yıkılması için ne kadar önemli adımlar atılabileceğini yaşarken görebilseydi. Biz bunu yüzbinlerle hep bir ağızdan “Hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeniyiz” diye haykırırken idrak edebildik. Keşke hayattayken çok daha fazla yanında durabilseydik…
HEPİMİZİN GÜVENECEĞİ BİR CUMHURBAŞKANI OLMAZ MIYDI?
Amacından ve söylediklerinden caymadan hemen herkesin saygı duyduğu bir insan olmak zor. Hrant bunu başaranlardan ve ona duyulan büyük saygının nedeni yaşarken yaptıklarıdır.
Seçimler söz konusu olduğunda biz solcuların aklına hemen “ortak aday” arayışları düşer. Cumhurbaşkanlığı adaylığının çok konuşulduğu bu günlerde Martin Luther King’in “bir hayalim var” başlığıyla tarihe geçmiş konuşmasıyla birlikte aklıma Hrant Dink geliyor. Yok, öyle gerçekten iktidar için, hükmetmek için değil. “Temsil açısından” düşününce, gerçekten bizi, hepimizi temsil edecek bir kişi düşlediğimizde Hrant imgesi öylesine güçlü beliriyor ki vurgulamadan geçsem olmazdı.
Hem de öylesine, protesto anlamı da taşıyacak, seçilme ihtimali olmayan bir adaylıktan bahsetmiyorum. Seçilme ihtimali olan, seçildiğinde ülkemizi hakkıyla temsil edecek bir cumhurbaşkanı olmaz mıydı Hrant Dink? Şart değil ama illa şart diye koyulursa öz be öz bu toprakların evladıydı. Kimse onunla yerlilik, millilik yarıştıramazdı. Bu ülkeden bir yere gitmeyi aklından bile geçirmemiş, burada kalmak için ısrar etmişti. Ermeni’ydi ama Türkleri, Kürtleri, Sünnileri, Alevileri, bu ülkede yaşayan bütün halkları, inançları en az onlar kadar tanıyor ve seviyordu. Şüphesiz sosyalistlerin birçoğu dâhil olmak üzere ülkemizin siyasal yelpazesinde bulunan bütün siyasal unsurlarla farklı düşündüğü konular olacaktı ama hepsinin ne dediğini dinleyecekti. Mala mülke tamah etmeden yaşamış, haram lokma boğazından geçmemişti. Velhasıl Hrant Dink hepimizin güveneceği bir cumhurbaşkanı olmaz mıydı?
***
Aradan geçen bunca zamana rağmen Hrant Dink’in bedeni sanki hala Agos’un önünde yatıyor. Bıraktığı boşluk her geçen yıl daha da derinleşiyor. O boşluk Hrant’ın yokluğunun yanı sıra Ermeni Meselesine dair tabuların kalın duvarlarının daha da yükseltilmiş olmasındandır. Milliyetçiliğin, ırkçılığın tahakkümün daha da artmasından, faşizmin başımızdaki bela olarak sürmesindedir. O boşluk demokrasiye, barışa, eşitliğe ve kardeşliğe dair bitmeyen özlemimizdir.
Sonsuz saygı, sevgi ve özlemle ahparig…
[i] https://www.youtube.com/watch?v=MtoWxYqiO3E
[ii] https://www.youtube.com/watch?v=yx6xRT8nUC0