Seçim bitiyor, mücadeleye devam
Ben kendi adıma devletin bütün olanaklarının iktidara peşkeş çekilmesine, yalanlara, baskıya rağmen boyun eğmeyen milyonlarca onurlu insana teşekkür ediyorum. Her koşulda güçlünün değil doğrunun, haklının tarafında olanlarla gurur duyuyorum.
Cumhurbaşkanlığı seçimleri yarın yapılacak ikinci tur seçimleriyle bitecek. Herkesin bedenen, ruhen çok yorulduğu bir süreç sona erecek. Her türlü sonuç ülkemiz açısından yeni bir başlangıç olacak.
Bir ihtimal zorladığımız umut kapısı aralanacak, nefes alacağız ve yaşamak istediğimiz ülkenin mücadelesini bu koşullarda sürdüreceğiz.
Başka bir ihtimal AKP rejimi, başkanlık sisteminin yeni dönemiyle devam edecek. Şüphesiz ikinci ihtimal ülkemizin önümüzdeki dönemi için daha zorlu bir seçenek olacak. Ama her türlü seçenekte hayat devam edecek, mücadele sürecek.
“YENEBİLMEK YALANI”
Yalan, tarih boyunca bütün sınıflı toplumların ve elbette kapitalizmin en büyük silahı olmuş. Günümüz iktidarları da kendilerini büyük bir yalanla ayakta tutuyorlar. Bin odalı sarayda yaşayanla, damı akan gecekonduda yaşayanın çıkarı aynı olabilir mi? Büyük sermaye sahipleriyle, memleketi talan eden “beşli çeteyle” emeğiyle geçinenlerin çıkarı nasıl bir olsun?
Yani yalan onlar için şart. Tamam, yalan önemli bir silah ama AKP kadar sağa, sola, havaya bu kadar sıkanını da görmedik. Aslında 2002’de hikâye böyle başlamıştı, “demokrasi”, “özgürlük”, “vesayetin ortadan kalkması” gibi söylemlerin yalan olduğu kanıtlandı. Bütün bu yalanların hiç olmazsa destekleri vardı. Yalanların peşine takılanlardan, destekçilerinden bahsetmiyorum, sol liberaller vs. başka bir konu. Destek derken yalanların gerçek sanılmasına neden olan maddi gerçekleri kastediyorum. Demokrasinin, eşitliğin, özgürlüğün olmadığı bir ortamda yalan da olsa bunları vadetmenin inandırıcı olabildiği zamanlardı 2000’lerin başı.
İnananlar inandı, inanmayanlar elinden geldiğince mücadele etti. Fakat iktidar özellikle Gezi zamanından bugüne yalan konusunda adeta kendisiyle yarışarak bugüne kadar geldi. Uzun zamandır maddi bir temeli olmaksızın yalan söyleyebiliyor. Saymaya kalksak sayfalar sürer ama birkaçına örnek vereyim:
Mesela Tayyip Erdoğan 1999 Depreminde CHP’nin iktidar olduğunu rahatlıkla söyleyebiliyor. “Kadına şiddetin yok olma noktasına geldiği dönem bizim dönemdir” diyor. Kemal Kılıçdaroğlu’nun “TOKİ’yi kapatacağım” dediğini iddia ediyor. 1992’de kurulmuş Harran Üniversitesi’nin, 1960 yılında açılan Antalya Havaalanının, 1955 yılında açılmış Esenboğa Havaalanının, 1987 yılında yapılmış İzmir Adnan Menderes Havaalanı’nın AKP döneminde yapıldığını rahatça söyleyebiliyor.
İkinci turun en çok konuşulan yalanı ise AKP tarafından hazırlandığı “kıvrak zekâlı gençlerimiz yapmış” denilerek kabul edilen, Karayılan ve Kılıçdaroğlu’nu aynı videoda birleştiren montaj görüntüler oldu. Erdoğan katıldığı televizyon programında “CHP Genel Başkanı sırtını PKK terör örgütüne dayamıştır. Kılıçdaroğlu’nun Kandil’dekilerle video çekimleri var. Bunları yayınladılar. ‘Haydi, haydi’ türü. Ama montaj ama şu ama bu. PKK’lılar videolarla bunlara destek verdi” diyerek kurguyu kabul etmiş oldu.
Şaşırmaya falan gerek yok. İktidarda kalmak için, ya da kazanmak için her yolun mubah sayıldığı, sözünden dönenin zerre utanmadığı günlerden geçiyoruz. Fakat sorun bu türden siyasi aktörlerin yaptıklarından daha çok toplumsal yapımızda yarattığı tahribat ve çürüme. Eğer kara cahil değilseniz PKK yöneticileriyle Kılıçdaroğlu’nu montajlayan videonun gerçek olmadığını en başından anlamama ihtimaliniz yok. Dolayısıyla AKP’yi koşulsuz şartsız destekleyenlerin ekseriyeti bunun bir yalan olduğunu Erdoğan itiraf etmeden önce de biliyordu. Yalanı, yalan olduğunu bile bile gerçekmiş gibi kabul eden bir toplumsal çürümedir karşı karşıya olduğumuz. Sağ yanımız epeyce çürümüştür.
BİZE DİRİ BİR SOL YAN GEREK
Ülkemizi, insanlığımızı koruyabilmek, yaralarımızı sarabilmek, çürüyen yanlarımızı iyileştirebilmek sol politikalarla mümkün olabilir. Solun büyümesi, toplumsallaşması ise bütün renklerin geliştiği bir süreç olarak yaşanıyor. Örnek verebileceğimiz bütün tarihsel kesitler böyle yaşanmış.
Seçimin birinci turunun sonuçlarının AKP karşıtı kesimlerde yarattığı hayal kırıklığı anlaşılabilir bir durumdur. Seçim dönemlerinde siyasetin nabzı yükselir, meydanların, kahvelerin, işyerlerinin, evlerin içinin birinci gündemi siyaset olur. Sandık sonucu doğal olarak ya sevindirir ya da üzer. Toplumsal muhalefet güçlerinin ise konumu biraz daha farklıdır; farklı olmalıdır. Konu kazanmak ya da kaybetmek ikilemi dışında tartışılır. “Kazananın” hanesinde kaybettiği neler vardır? “Kaybedenler” neler kazanmıştır. En önemlisi ise “şimdi nasıl yürüyeceğiz” sorusunun cevabını aramaktır.
Hal böyleyken daha seçimin ertesi günü “bu iş bitti” tonundan yazılar yazmak, çıkan sonuçlara uyan analizler yapmaya çalışmak biraz enteresan değil miydi? Pek çoğumuz ne kadar haklı çıktığımızı ispat etmeye çalışmaya giriştik. Seçimlere müdahale etmeyi önemsemeyenler ne kadar doğru bir tutum aldıklarını anlatmaya başladılar. “AKP seçimle gitmez demiştik, bakın öyle oldu.” “TİP ayrı listeyle girerse kaybederiz dedik, kaybettik.” “Kılıçdaroğlu aday olmasın dedik, bakın ne kadar haklı çıktık.” Örnekler çoğaltılabilir…
Bütün bu tartışmaları yapmaya pazartesi gününden itibaren fazlaca bir vaktimiz olacak. Seçimler bitmemişken, yüz binlerce insan elinden geldiğince çaba gösterirken, insanları ikna etmeye çalışırken ve oy kullanmak için yüzlerce kilometre gitmenin planlarını yaparken buna uygun davranmak gerekir.
“UMUDU KESME YURDUNDAN”
Seçim sonuçları ne olursa olsun memleketin yarısının bu ucube tek adam rejimini kabul etmediğini unutmamalıyız. AKP iktidarı gerilemiştir ve HÜDAPAR gibi, Yeniden Refah Partisi gibi marjinallere, MHP’ye, Sinan Oğan’a muhtaçtır.
Her sonuçta demokrasi, özgürlük, eşitlik, insanca yaşam mücadelesi devam edecektir. Erdoğan’ın kaybetmesi, Kılıçdaroğlu’nun seçilmesi bu mücadelenin seyri açısından önemli bir aşama olabilir. Ama sadece bu kadar. Yarınki seçimin sonucu ne mücadelenin zaferi, ne de sonudur. Her koşulda ülkemizi demokratik bir zemine taşımak için önümüzde uzun bir yol var.
Seçimler bitiyor, bugün ve yarınki işimizi ihmal etmeyelim. Arayacaklarımız, ikna edebileceklerimiz mutlaka vardır. Evinin dibindeki okula gidip oy vermekten imtina etmeyi düşünenlere “bir oy için” bin kilometre yol gidenleri örnek gösterebiliriz. Yarın oyumuzu kullanalım, sonrasında da verdiğimiz oyları sonuna kadar koruyalım. Malum, yalana, baskıya, hırsızlığa karşı mücadele ediyoruz. Biliyoruz ki seçimlerde bu yöntemlerin hepsi üzerimize silah olarak doğrultuldu.
Ben kendi adıma devletin bütün olanaklarının iktidara peşkeş çekilmesine, yalanlara, baskıya rağmen boyun eğmeyen milyonlarca onurlu insana teşekkür ediyorum. Her koşulda güçlünün değil doğrunun, haklının tarafında olanlarla gurur duyuyorum.
Nazım’ın yirminci asra dair dedikleri yirmi birinci asır için de geçerli:
“Ben yirminci asırlıyım
ve bununla övünüyorum.
Bana yeter
yirminci asırda olduğum safta olmak
bizim tarafta olmak
ve dövüşmek yeni bir âlem için...”