İmamoğlu benim neyim olur?

"Siyaset bilimciler, hukukçular ‘eğer İmamoğlu aday gösterilirse ve tam da o aşamada istinaf mahkemesi kararı onarsa’ diye senaryolar konuşuyor. Bulutsuzluk Özlemi’ne nazire, ‘kimse demokrasiden söz etmiyor...’"

Süreç hızlandı. Bir hamle ile bütün dengeler değişti. Klişe tabiriyle, ‘kartlar yeniden karıldı.’ Dengeleri ve süreci konuşuruz konuşmasına ama önce şu “hamle” meselesini kendimize dert etmemiz gerekmiyor mu?

Psikolojide bir kavram var. “Öğrenilmiş çaresizlik sendromu” “hamle” sonrası yaşananları özetliyor.

“Kazanılmış başarısızlık sendromu veya öğrenilmiş çaresizlik sendromu, kişinin göstermiş olduğu tepkilerin sonuca ulaşmaması durumunda, sonucu değiştiremeyeceğine karşı oluşan inanç ile gelen bir ruh hali durumudur. Kişi eğer çok sayıda başarısızlık yaşadıysa; tekrar denese de, nasıl olsa olayların kontrolünün kendisinde olmadığını, başarıya ulaşamayacağını düşünerek adım atmaz. “

Örneğin, bir işsiz hiç iş bulamadığı için artık iş aramaktan vazgeçmişse işte o halet-i ruhiye ile hareket ettiği için. Sonra istatistikçiler bu ‘nasılsa iş bulamam, aramaya da gerek yok’ diyen ve ülkemizde geçen yıl sayıları 1.5 milyonu bulan umutsuzları, “işsiz” kategorisinden çıkarıyor ve böylece Türkiye’de o insanlar işsiz verilerinde bile kullanılmıyor. Yani “yokmuş” gibi yapılıyor.

Aynı şey “hamle” mevzuu için de geçerli. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin iki kez seçilmiş ya da iki kez AKP’yi yenmiş ve 16 milyon kişinin veya ülke ekonomisinin tek başına yüzde 30’unu temsil eden belediye başkanı 2 yıl 7 ay 15 gün hapis cezası ve siyasi yasaklama ile cezalandırılıyor. Niçin? “Ahmak” dediği için…Çocuklukta bile biri “ahmak” diye çıkıştığında, mağdurun en basit savunma şekli “sensin” demektir. Ekrem İmamoğlu böylesi bir refleks gösterdiği için bu ağır cezayı yiyor. Peki bu cezayı hak edecek eski bir sabıkası var mı? Yok. Peki, aynı sözü sarf eden ve süreci başlatan siyasetçi için bir dava var mı? Yok. Peki, bu tür hakaret cezalarında daha önce böylesi bir ceza verilmiş mi? Yok.

Yok…yok…yok. Ancak Türkiye öylesine adaletsiz bir ülke oldu ve öylesine alışıldı ki; ülkenin gelecekteki en önemli siyasi figürlerinden biri, böylesi bir hukuksuzlukla siyasetin dışına itiliyor ve sürecin mağduru olanlar, Ankara’dan İstanbul’a kadar “hak, hukuk, adalet” için yürüyenler, “öğrenilmiş bir çaresizlikle”, bu fiili durumdan sonra siyaset nasıl bir form alacak bunu konuşuyor. Tıpkı Muharrem İnce’nin o gece meşum, “adam kazandı” çaresizliği gibi…

Ortada kör gözüm parmağına bir toplum mühendisliği projesi ve ülkenin geleceğine konulan bir ipotek var ve biz “şimdi başkanlık seçimi nasıl etkilenecek”i konuşmak ve kulislerden “bilgi sızdırmakla” meşgulüz. Onun içindir ki Süleyman Soylu iç rahatlığıyla “üst mahkeme onaylarsa, ertesi günü görevden alırım” diyebiliyor. Niye? Çünkü HDP’li seçilmişler görevden alınıp, kayyum sistemi vaka-i adiyeden sayıldığı bir ülkede ‘sarı öküz’ bir yana mera mezbahaya döndüğünde öğrenilmiş çaresizlik ile suskunluk vardı.

İstisnası Enis Berberoğlu için başlayan ve CHP tarihinin en önemli eylemliliklerinden biri olan adalet yürüyüşüydü. Nitekim toplumdaki sadası o eyleme verilen kitlesel desteğe CHP sonrasında ulaşamadı. Bugün asıl mesele ‘İmamoğlu’na önce kim sarıldı’dan çok İmamoğlu’na musallat olan o suçlamanın püskürtülmesiydi.

Niçin en az bu hukuksuzluk konuşuluyor? Niçin bu kadar çabuk alışılıyor?

Yukarıda vurguladığımız gibi yargı eliyle bir toplum mühendisliği projesi hayata geçirildi. Kamuoyu yoklamalarında Erdoğan’ın karşısındaki üç başkan adayından en yüksek oy alan seçenek, yani İmamoğlu haksız ve hukuksuz bir biçimde minder dışına itilmek isteniyor. İstinaf mahkemesi kararı demoklesin kılıcı gibi muhalefet üzerinde sallanıyor. Siyaset bilimciler, hukukçular ‘eğer İmamoğlu aday gösterilirse ve tam da o aşamada istinaf mahkemesi kararı onarsa’ diye senaryolar konuşuyor. Bulutsuzluk Özlemi’ne nazire, ‘kimse demokrasiden söz etmiyor...’

Önceki yazıda durduğum yerdeyim. 6’lı masa o ilk günün heyecanı ve haksızlığa uğramış ve AKP karşısında tek yengi almış bu aday konusunda daha ısrarcı olabilirdi. Öyle bir ayrım noktasındayız ki Cumhuriyet tarihinin en kritik seçimini gerçekleştireceğiz. Otokrasi ile demokrasi arasındaki bu tercih sürecinde zaten “güçlendirilmiş parlamenter sistemden” yana olduğunu ilan eden 6’lı masa, ülkeyi demokrasiye geçirecek bu kişinin en şanslı aday üzerinden kurgulanmasını daha ciddiye alabilirdi.

Oysa basında vicdanını kiralayanlar, Akşener-İmamoğlu sarılmasının kodlarını çözdü. Kimi Kılıçdaroğlu’nu gol yemekle suçladı. CHP’de kulislerde Kılıçdaroğlu-İmamoğlu denklemine ilişkin çözümlemeler yapıldı. Kararın ilk günü “bu karar Erdoğan’a kumpas” diye sosyal medyayı işgal eden troller, Erdoğan’ın kararı olumlayan duruşu nedeniyle 7894576 kez yine ters köşeye yattı…vs. vs…

Şimdi süreç hızlandı. İmamoğlu oyuna girmek için ısınma hamleleri yaptığını söyledi. Akşener o ilk sarılmasında abla-kardeş vurgusu yapmıştı. Kılıçdaroğlu da baba-oğul vurgusu ile illiyet bağına yeni bir biçim getirdi. ‘Bu teşbihten bir Hamlet çıkar mı?’ manşetlerini görür gibiyim…

Ben İmamoğlu’nun hemşerisiyim. Yani İstanbulluyum. Aramızdaki bağ o kadar….bir de hakları elinden alınmak istenen bir yurttaş ile kurduğum empati var…bir de yarına ilişkin umutlar…

Etiketler
Ekrem İmamoğlu Meral Akşener Kemal Kılıçdaroğlu Altılı masa Recep Tayyip Erdoğan Mahkeme