Yabancı dil eğitiminde başarıyı yakalamamız mümkün
Dünyanın geldiği noktada çocuklarımıza en az bir yabancı dili iyi bir şekilde öğretmek büyük bir önem taşımaktadır. Okulunu bitirip, meslek sahibi olan bir...
Dünyanın geldiği noktada çocuklarımıza en az bir yabancı dili iyi bir şekilde öğretmek büyük bir önem taşımaktadır. Okulunu bitirip, meslek sahibi olan bir öğrenci artık uluslararası iş arama ve iş yapma zorunluluğu içindedir. Diğer taraftan bilim yapabilmenin ve bu anlamda dünyadaki gelişmeleri takip edebilmenin yolu da evrensel ve dünyada kabul gören bir dili iyi bilmekten geçiyor. Ama burada gerçekçi olup, duygusal davranmamak gerekiyor ve devletin maddi ve manevi enerjisi boşa harcanmamalıdır. Hangi dillerin nasıl ve hangi yöntemlerle öğretileceği iyi belirlenmelidir. Tüm bunları yani tüm boyutlarıyla yabancı dil eğitimini Prof. Dr. Cem Balçıkanlı ile konuştuk…
2019 yılı içinde açıklanan Dünya İngilizce Yeterlilik Endeksi’nde Türkiye 100 ülke arasında 79. oldu. Avrupa İngilizce Yeterlilik Endeksi’nde ise toplam 33 ülke bulunuyor. Ne yazık ki bu sıralamada da yerimiz pek parlak değil. 32. sıradayız. Bu konuda hakkında neler söylemek istersiniz?
Çok üzücü bir durum. Bizde İngilizce öğrenemiyoruz veya öğretemiyoruz algısı çok yaygın, malumunuz. Ne var ki bu algı üzerine biraz düşünmemiz ve sürece bütüncül bakmamız gerekiyor. İsterseniz önce sizin de değindiğiniz İngilizce Yeterlilik Endeksi’nin ne olduğunu, verilerin nasıl toplandığını, ne tür bir değerlendirme yolunun tercih edildiğini konuşalım.
Çok sevinirim.
İngilizce Yeterlilik Endeksi, yetişkin İngilizce yeterliliklerinin analiz edildiği, ülke ve bölge bazında veriler sunan dünyanın en büyük ölçekli sıralamasıdır. Dolayısıyla her yıl yayımlanan bu endeks; yetişkinlerin İngilizce yeterliliğini tespit eden uluslararası bir ölçüttür. Okuma ve dinleme becerilerini ölçen Standart İngilizce Testi; katılımcılarının dil yeterliliklerini çok yüksekten çok düşüğe doğru bir uzamda derecelendiriyor. Eskiden Elementary, Pre-intermediate, Intermediate diye ifade ettiğimiz dil yeterlik seviyeleri artık Avrupa Birliği tarafından hazırlanan Diller için Avrupa Ortak Başvuru Metnindeki A1, A2, B1, B2, C1 ve C2 seviyeleri ışığında sınıflandırılıyor. A başlangıç seviyeleriyken C en üst seviyelere denk geliyor. Az önce de ifade ettiğiniz gibi, Türkiye’nin sıralaması hem küresel hem de bölgesel anlamda 2011 yılından beri ne yazık ki arzu edilen düzeyin çok uzağındadır.
Peki bu tabloyu nasıl yorumlarız? Biz neden İngilizce öğrenemiyoruz?
Bilgi kuramcılarının kullandığı çok güzel bir prensip var; Occam’ın Usturası. Bu ilkeye göre bir fenomeni açıklarken en doğru açıklama genelde en basit olanıdır. Bu prensipten hareketle şöyle sormalıyım: Hangi dersi çok etkin bir biçimde öğretebiliyoruz? Fen Bilimleri, Matematik, okuduğunu anlama gibi temel alanlarda büyük işler yapıyoruz da bir tek yabancı dilde mi başarısızız? Diğer alanları ne kadar öğrenebiliyorsak İngilizceyi de o kadar öğreniyoruz. Sohbetimizin başında sürece bütüncül bakmalıyız, demiştim. Kast ettiğim tam olarak budur. Dolayısıyla bu sorunun doğru bir şekilde cevaplanabilmesi için öğrenim, öğretim, ölçme, öğretmen, yönetici, algı gibi kavramları çok detaylı bir şekilde ele almalıyız. Asıl bu boyutları tartışmamız gerekiyor.
Tartışalım, konuşalım hocam. Buyurun lütfen.
Yabancı dil öğretiminde, tıpkı diğer alanlarda olduğu gibi başarılı değiliz veya en az diğer alanlar kadar başarılıyız. Öncelikle bunu kabul etmeliyiz. Ben tam da bu noktada size bir soru sormak isterim. Küreselleşen çağımızda yabancı dil öğretimini ne kadar önemsiyoruz?
Önemsiyoruz hocam. En önemli konulardan biri değil mi?
Dünya Ekonomi Sıralamasında 19’uncu olan ülkemizin, yabancı dil eğitimi gibi önemli bir konuyu daha öncelikli olarak ele alması gerekir ki, yetişmiş insan gücünün nitelikli olmasına katkıda bulunabilsin. Bu sıralamada daha geride olan bir ülkeden daha iyi bir dil öğretim politikamızın olması gerekiyor. Avrupa’da ise birçok ülkenin yabancı dil eğitim politikalarının ve stratejik planlamalarının net bir biçimde belirlendiğini görüyoruz. Bizdeki yabancı dil eğitimi ve öğretimi ile yönetmeliklerde; bireylerin yabancı dilde dinleme, okuma, konuşma ve yazma becerilerinin kazanmaları, öğrendiği yabancı dille iletişim kurmaları ve yabancı dil öğretimine karşı olumlu tutum geliştirmeleri hedefleri var. Ancak ben ülke olarak yabancı dil eğitimini; önceliklerimizin arasına koymamızı ve daha somut adımlar atmamız gerektiğine inanıyorum.
Bu konudaki çarpıcı diğer hususlar ise şöyle: Cumhuriyetimizin ilk yıllarından itibaren yapılan Milli Eğitim Şuralarında yabancı dil öğretimi her zaman yer almış. Bazen bir iki cümle ile vurgulanmış, bazense çeşitli makro unsurlar ve düzenlemeler ayrıntılarıyla ele alınmış. Ayrıca kalkınma planlarını, hükümet programlarını ve stratejik planları incelediğimizde ise karşımıza şöyle bir tablo çıkıyor: Yabancı dil eğitimine ilişkin hepimizi tatmin edecek nitelikte detaylı ve birbirini süreç içinde destekleyen hedefler belirlememişiz. Genelde bu metinlerde bir iki cümle var. Bunlar yeterli mi? Maalesef değil.
2023 Eğitim Vizyonunda da yabancı dil eğitimine ilişkin çeşitli önemli hedefler ortaya konmuş. Her ne kadar ders saatlerinin artırılmasına yönelik adımlar atılmayacağını anlasak da belirlenen bu hedefler yine de son derece anlamlı. Öte yandan son açıklanan Yeni Ortaöğretim Tasarısında yabancı dil derslerinin 1-Yabancı Dil, 2- İleri Yabancı Dil ve 3- İkinci Yabancı Dil isimleri altında sunulduğunu görüyoruz. Bu aslında ümit verici bir gelişme. Todd Rose’un “Ortalamanın Sonu” isimli harika bir kitabı var. Tüm eğitim sistemi eğer ortalama insana göre planlanırsa daha ileri gitmek isteyen öğrencilerimizi ne yapacağız? Herkes elbette belirli bir noktaya kadar İngilizce öğrenmelidir. A2 seviyesinde, yani yurt dışına çıktığında yemek siparişi verebilecek, pasaport kontrolünden rahatlıkla geçebilecek, satın almak istediği şapkanın fiyatını sorabilecek, iyi bir lokanta bulabilecek ve müzeleri keşfedebilecek kadar İngilizce öğrenmelidir. Bu insanımızın en doğal hakkıdır.
Pekâlâ, ya daha yukarılara uçmak isteyenler?
Bu ülkenin aslında öyle insanlara ihtiyacı var. Son PİSA bulgularına göre, en yüksek bilişsel becerilere sahip olan öğrencilerimizin sayısı küçük bir Baltık ülkesi olan Letonya’da bulunanlarının üçte biri. Bu beyinler yakın gelecekte Türkiye’nin bilim insanları, doktorları, mühendisleri olacak. Bu oranları yukarıya çekmemiz lazım.
Çeşitli ekonomi dergilerinin analizlerini okuyorum. Uluslararası şirketlerimizi yönetecek yüksek düzeyde İngilizce yeterliliğine sahip Türk icra kurulu başkanlarının (CEO) sayısı beklentinin çok altında. Durum böyle olunca bizim şirketlerimizin üst düzey yöneticileri yüksek İngilizce becerilerine sahip yabancılar oluyor ve daha yüksek maaş alıyorlar. Dolayısıyla, Todd Rose’in kitabının temel argümanını da buna odaklanıyor bence. Herkes ortalamaya sıkışmak zorunda değil. Yabancı dil yeterliliklerini daha yukarıya çıkarmak isteyen öğrencilerimize alan yaratmalıyız.
Tekrar İngilizce Yeterlilik Endeksi’ne dönecek olursak, başarılı olan ülkelerdeki durum nedir?
Mesela; İsveç’teki en çarpıcı noktalardan biri şu: Yabancı dil eğitimi konusundaki önceliklerinin sıralandığı raporda “İngilizce günlük hayatımızın her yerinde olup siyaset, eğitim ve ekonomi gibi çeşitli alanlarda yoğun bir şekilde kullanılmaktadır.” diye bir ifade var. Öte yandan, Norveç’te; öğrenciler çeşitli kanallar yoluyla İngilizceye sürekli maruz kalıyorlar. Resmi kanal İngilizce olan filmlere dublaj yapmıyor; böylelikle İngilizceyi sürekli duyuyorlar. Danimarka’da ise teori ve pratik kombinasyona daha çok önem veriyorlar. Genel olarak İskandinavya ülkelerinde eğitimin kaliteli olduğunu biliyoruz. Doğal olarak bu yabancı dil eğitiminde de kendisini gösteriyor.
Hollanda’daki önemli hususlardan biri şu; İngilizce öğretimi ilkokul seviyesinde başlasa da okullar İngilizceyi daha erken bir aşamada öğretmek için düzenleme yapabiliyor.
Singapur, 1984 yılında iletişimsel dil öğretimi bağlamında köklü değişiklikler yaşadı ve 2001 yılından itibaren özellikle ders saatlerini artırma noktasında önemli adımlar atıldı. Sonuçlarını endekste görüyoruz.
Güney Afrika da çok ilginç. Çok dilli bir yapıya sahip olan ülkede; İngilizce, eğitim dili anlamında en çok önemsenen dillerin başında geliyor.
Bu ülkelerin yapıp da bizim yapamadığımız nedir? Farklılıklar ve benzerlikler tam olarak neler?
Bu ülkelerin İngilizce öğretim programındaki genel hedefleri incelediğimizde bizim programımızdan pek de farklı olmadığını görüyoruz. Tam da bu noktada; Türk eğitim bilimleri dünyasının en önemli isimlerinden olan İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nu anmak gerekir. Çağının çok ötesinde bir eğitimci olan Baltacıoğlu program konusunda şöyle bir tespitte bulunuyor, hem de ta 1921 yılında.
“Okullarımızın bu aczi, eğitim ve öğretim sistemimizin iflası karşısında yalnız bir çare buluyoruz. Program, program, program. Fakat ülkenin maarifi, program değiştirmenin adam yetiştirmedeki etkilerini senelerden beri denedi. Pek sonuç alamadı.”
Tıpkı program gibi büyük oranda benzerlik gösteren bir diğer nokta da yabancı dil eğitimine başlama yaşıdır. Türkiye olarak 2. sınıfta yabancı dil eğitimine başlamamız AB ülkelerinden çok geri bir uygulama değil. Son zamanlarda bu farkı kapattık. Ancak bu eğitimi nasıl yapıyoruz sorusu çok önemli.
Diğer önemli soru ise: Ders saatlerinin durumu ne? İngilizcenin yabancı dil olarak öğretildiği ortamlarda haftada iki saatle AB ülkelerinin çok gerisindeyiz ve haftada sadece iki saat yabancı dil dersi ile yabancı dil eğitimi konusunda hiçbir yere varmak mümkün değil.
Peki öğretmenin durumu nasıl?
Tam da oraya gelecektim. Öğretmene verilen değerde, ona sağlanan imkânlarda ciddi farklılıklar var. Öğretmenlik mesleği en çok beğenilen mesleklerden biri. Bunu sağlamak için kimse medyanın ve sosyal medyanın önemini inkâr edemez. “Biz, öğretmenlerimiz canımızdır, bizi biz yapandır” derken, televizyon dizilerinde öğrencilerin öğretmenlerine yönelik “Hoca sen bir karışma ya” “Ne diyorsun hoca?”, “Sen anlat hoca, ben seni dinlemem!” minvalinde cümleler kurması bir çelişki değil mi?
Bizde ne yazık ki şöyle bir cümle vardır.
Hiçbir şey olamazsam sizin gibi öğretmen olurum. Algıya bakar mısınız? Ne kadar yanlış.
Evet, bu konuda söylediklerinize katılıyorum. Öğretmenlik mesleğinin statüsünü tekrar yukarılara çekmek zorundayız.
Geçenlerde sosyal medya üzerinden şöyle bir paylaşımım oldu. Bilirsiniz M. Kemal Atatürk döneminde milletvekili maaşlarının yeniden hesaplanması gündeme geliyor. Bu konuda çalışmalarını yürütenler de “Paşa bu konu hakkında ne düşünüyor acaba?” diyerek bu konuyu Atatürk’e açıyorlar. “Paşam vekil maaşlarını düzenleyeceğiz ne kadar verelim?" diye soruyorlar." Okuma yazma oranının %11 olduğu, halkın büyük bir kısmının köylerde yaşadığı Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde Atatürk’ün cevabı; öğretmene verilen önemin altını çizmesi açısından son derece anlamlı.
“Öğretmen maaşlarını geçmesin”.
İşte ben de bunu özetleyerek; ne zaman ki bu noktaya geliriz işte o zaman bir fark yaratabiliriz diye yazmıştım. Sosyal medyadaki insanların çoğu bunu anlamlı bulurken, bazıları da- bence onlar da haklı- benim çok uzaklardan yazdığımı düşündüklerini söylediler. Zira günümüz şartlarıyla bu pek mümkün değil. Ancak hepimiz Don Kişot’u okuyup boyumuzdan büyük işler yapmaya yeltenmişizdir. David Halpin’in “Umut ve Eğitim” isimli kitabı da bize bunu anlatıyor. Ne olursa olsun umudunu yitirme.
Haklısınız. Çok yol var ama yine de yazarak çizerek düşünerek sizin yaptığınız gibi öğretmen yetiştirerek bu algının değişmesine katkıda bulunmaya çalışıyoruz. Peki diğer noktalar nedir?
Şöyle düşünelim: Siz bir gazeteci olarak ünlü bir politikacıya çeşitli sorular yöneltiyorsunuz. Bu sırada ortama genel yayın yönetmeniniz geliyor ve çok gürültü yapıyorsunuz biraz daha sessiz olun diyor. Nasıl hissederdiniz?
Tuhaf ve şaşırmış.
Kesinlikle. İngilizce öğretmenlerimiz, öğrencileriyle birlikte oyun, şarkı, drama etkinliklerini yürütürken, şevkle derslerinin heyecanını öğrencileriyle paylaşırken, içeriye müdür yardımcısı giriyor ve şu cümleyi ediyor:
“Affedersiniz hocam ben dersi boş sanmıştım.”
İngilizce öğretmenleri ne yazık ki bunu pek çok kez yaşamıştır.
İşte ne zaman ki bu ve benzeri durumlar yaşanmaz yeni bir boyuta geçmiş oluruz. Dil sınıfları oyunlarla ve şarkılarla doludur. Bu algının değişmesine hepimiz katkıda bulunmalıyız. İngilizce dersi öğrenilecek bir konunun çok ötesinde bir yapıya sahip olmalıdır.
İlginçmiş gerçekten. Atılması gereken adımlar noktasında önerileriniz kıymetli. Peki bu öğretmenlerimizin durumları nasıl? İhtiyaçları ne? Alandaki eksikliği kapamak adına çeşitli işler yapılıyor MEB’de. Bunlar yeterli mi?
Öğretmenlerimizin niteliklerini konuşmadan önce isterseniz biraz avukatlarımızı konuşalım. Mühendislerimizi, doktorlarımızı. Bu mesleklerin endekslerindeki sıralamamız gerçekten istediğimiz gibi mi? Hayır elbette değil. O halde niye biz en çok öğretmeni konuşuyoruz?
Temel olarak birçok nedeni var. En akla yatkını; öğretmenlerin- diğer meslek gruplarından farklı olarak- toplumun tamamını etkilemesi. Sorunuza gelince; aslında Türkiye’nin yedi bölgesinde MEB’de görev yapan ve sayıları 1.500’e yakın olan İngilizce öğretmenleriyle yürütülen bir araştırmanın bulguları var elimde. Tez İzleme Komitesi üyesi olarak katkıda bulunduğum bu araştırma; İngilizce öğretmenlerinin mesleki anlamdaki ihtiyaçlarına ve aldıkları hizmet içi eğitimle ilgili düşüncelerine odaklanıyor. Bulguları hızlı bir şekilde aktarayım:
1) Öğretmenlerin birçoğu şu anda yürütülen hizmet içi eğitimlerden memnun değil.
2) Kendi İngilizce dil yeterlilikleri, uyguladıkları öğretim yöntemleri ve kurumsal konularda birçok ihtiyaçlarının olduğunu belirtmişler.
3) Yürütülen hizmet içi eğitimlerin eğitim fakülteleri ile işbirliği içinde yapılması, hizmet içi eğitimlerin içeriğinin ihtiyaç analizine göre belirlenmesi, eğitimlerde öğretmenlere İngilizce dil yeterliklerini geliştirme fırsatı verilmesi, eğitimlerin sürekli ve zamana yayılmış şekilde sürdürülmesi, eğitim imkânlarına Türkiye’nin her yerindeki öğretmenlerin ulaşması ve eğitimler sonunda öğretmenlerin izlenmesi gerekliliği öne çıkmaktadır.
Bunların hepsinin ötesinde ise, Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisine girer mi bilmiyorum ama öğretmenlerin anlaşılmaya, dinlenmeye ve önemsenmeye ihtiyacı var. İnsanı yaşat ki devlet yaşasın mantığının bir benzeri olarak- sizin de bir yazınızda dile getirdiğiniz; “öğretmeni yaşat ki, eğitim sistemi yaşasın diyoruz, öğretmen olmak bir “cana dokunmaktır” cümleleri çok anlamlı. Yani eğitim sistemi tüm gücünü öğretmenden alır.
Peki başka hangi etkenler rol oynar az önce ifade ettiğim endeksteki durumu açıklamaya?
Ders kitapları, materyaller de çok önemli etkenlerdendir elbette. Eskiden öğretmen temelli bir paylaşım aracılığıyla ders kitabı üzerinden sürdürülen dersler, şimdi öğretmenin de çok boyutlu bir paylaşımın içinde olmasından dolayı teknolojik gelişmeler çerçevesinde yürütülüyor. Dolayısıyla ders kitaplarımız yetersiz, yeteri kadar bilgiye ulaşamıyoruz, İngilizce duyabileceğimiz ortamlar mı var türü şikâyetler 21. yüzyıl teknolojilerinin sunduğu imkânlar dâhilinde biraz anlamsız kalıyor.
Türkiye’de nasıl ki yıllar önce kendi arabasını üretecek bilgiye sahip mühendisler vardıysa bugün de yıllık ciroları milyonları bulan uluslararası yayınevlerinin kalitesine yakınlaşacak kitaplar üretecek insan kaynağı, öğretmen var. Ellerindeki kısıtlı imkânlarla mucizevi işlere imza atan MEB içindeki öğretmenlere destek olunsun, yeter ki onların çalışmaları için fiziksel imkânlar oluşturulsun. Ben o öğretmenlerle çalışmaktan mutluluk duyuyorum.
Evet hocam peki sınavlar? Öncelikle bir yabancı dil eğitimcisi olarak öğrencileri nasıl sınav yapmalıyız?
İletişimsel yollarla, dört temel dil becerisini ölçerek. Örneklemek gerekirse; orta düzey İngilizce becerisine sahip olan öğrencilerin İngilizce öğretmeni eğer dersinde sürekli olarak konuşma ve yazma dil becerilerine yönelik iletişimsel etkinlikler yapıyor. İş, bu becerilerin ölçülmesine geldiğinde aynı mantık sürdürülmelidir. Ben meslek hayatım boyunca yaptığım ders gözlemlerimde son derece etkileşimli sınıf içi uygulamalar yapan öğretmenlerin dili kullanmak veya bilmek ile uzaktan yakından ilgisi olmayan çoktan seçmeli sorularla öğrencilerin yabancı dil becerisini ölçmeye ve değerlendirmeye çalıştığına tanık oldum. Bu yanlıştır. Çünkü dönem sonunda sadece çoktan seçmeli yöntemlerle değerlendirileceğini düşünen bir öğrenci yabancı dilde konuşmaya, yazmaya, dinlemeye neden ihtiyaç duysun ki?
Yukarıda çizdiğim tabloya eş değer derecede önemli bir detay ise şu: Liselere Geçiş Sınavı’na hazırlanan öğrenciler için bir soru fazladan çözebilmek; hayalini kurduğu okullara girebilmek için son derece önemli. Hocam, bunu sınavda soracak mısınız? sorusu bizim gibi ülkelerde; eğitimin patronu sınav olduğu için çocukların aklına gelen ilk sorulandandır.
Yabancı dil eğitimi özelinde ise 12. sınıf öğrencilerinin yabancı dile karşı herhangi bir isteği kalmıyor. LGS’de 10 adet çoktan seçmeli soru sorulsa da bence yetersiz. Haliyle öğretmenlerle öğrenciler arasında şöyle diyaloglar oluşuyor:
“Hocam sizin dersinizde test çözebilir miyim?”
Bunu ne yazık ki İngilizce öğretmenlerimiz çok sık duyar.
Öğrencilerimiz nasıl bu duruma karşı? Dil öğrenmek istiyorlar mı? Başarısızlıktan korkuyorlar mı? Onların cephesinde durum ne?
Bazı öğrencilerin yabancı dil öğrenme sürecine ilişkin tutumu ne yazık ki düşündürücü. “Onlar benim dili öğrensin ben niye öğreneceğim” ifadesinden tutun da “Ben kendi dilimden başka bir dil istemiyorum” cümlesine kadar ürkütücü fikirleri var.
Hâlbuki yabancı dil bilmek; son yıllarda ülkemizde de çok popüler olan ‘girişimcilik’ kavramıyla çok yakından ilişkili. Girişimcilik deyince akla gelen ilk isimlerden olan Jack Ma aslında bunun canlı bir örneği. Alibaba’nın kurucusu olan Ma’nın hayat hikâyesinde de İngilizce bilmenin girişimci olmak için son derece etkili ve önemli bir adım olduğuna dair izler bulmak mümkün. Şöyle ki; 1964 yılında Çin’de doğan Ma’nın çocukken en büyük hayali İngilizce öğrenmekmiş. 9 yaşından itibaren her sabah erken kalkıp turistlerin en yoğun olduğu otele bisikleti ile gidip onları ücretsiz bir şekilde gezdirerek İngilizcesini geliştirmeye çalışırmış. Çocuk yaşta bile İngilizce bilmenin kendisine çok önemli fırsatlar sunacağına inandığı açık. İngilizcenin yabancı dil olarak öğretildiği bir ülkede Jack Ma, tıpkı hepimizin yapabileceği gibi İngilizceyi bir fırsata dönüştürmüş. Aynı durum bizim öğrencilerimiz için de geçerli olabilir. Yeter ki öğretmenleri bu çocuklara daha önce hiç düşünmediği evrenlerin pencerelerini açmada yardımcı olsun.
Evet hocam, sizin de zaman zaman sosyal medya üzerinden yaptığınız paylaşımlarınızdan da gördüğümüz gibi veliler boyutu da var. Ne kadar düzgün bir eğitim sistemi kurarsanız kurun; evdeki ekolojik sistemle desteklenmediği sürece sonuç alamayız, öyle değil mi?
Veliler konusu aslında diğer etkenlerden daha önemli bir hale geliyor. Zira okulda kurduğunuz sistemin devamlılık arz etmesi; sürdürülebilir olması için ev ortamında bu anlayışın benimsenmesi şart. Ben özellikle verdiğim veli eğitim seminerlerinde bir karikatür üzerinden paylaşımda bulunuyorum.
Bu karikatürün ilk tarafında 1969 yılında öğrenciyi, anne ve babayı ve öğretmeni görüyoruz. Anne ve baba çocuklarının karnesini göstererek “Bu notlar niye kötü?” derken; karikatürün ikinci tarafında bu sefer aynı anne ve baba günümüzde, öğretmene dönerek aynı ifadeyi kullanıyor. Karikatürdeki en manidar noktalardan biri ise; ikinci tarafında anne ve babasının öğretmenine hesap sorduğu anda öğrencinin pişkin pişkin gülmesidir.
Ne yapıp edip öğretmenlerin üzerindeki not, sınav ve veli baskısını azaltmalıyız.
Bu karikatüre dikkatli bir şekilde baktığımızda eğitim ve öğretim sürecinin en önemli unsurlarına (öğrenci ve öğretmen) başarısızlığın nedenlerinin sorulmuş olduğunu görüyoruz. Yıllar önce çocuklarının aldığı zayıf notlarının nedenini kendi çocuğuna soran veli, günümüzde ise bu sefer aynı soruyu öğretmenlere soruyor. Pekâlâ, yıllar içinde değişimin kaçınılmaz olduğu gerçekliğinden hareketle, böyle bir değişim söz konusu iken veliler bu konuda neler yapmışlar ya da yapmamışlar? Onların sorumlulukları nedir? Birilerinin onlara da sorumluluklarını hatırlatması gerekmez mi? Velilerin bu konuda bilinçlenmesi son derece önemli.
Evet hocam, birçok konuya değindiğimiz bu söyleşimizin sonuna geliyoruz. En son neler söylemek istersiniz?
Sohbetimizin başında ifade ettiğim hususların üzerinden geçelim isterseniz:
İlk olarak hem yurt dışı tecrübesine sahip hem de yerel anlamda problemleri bilen çok kıymetli öğretim üyelerimizin katılımıyla oluşturulacak kurullarla yabancı dil eğitimi konusunda önceliklerimizi ve vizyonumuzu ortaya koyan bir bakış açısına ihtiyacımız var. Sahadan gelen verilerle damıtılarak hazırlanması gereken yol haritasının pilot çalışmalarla desteklenmesi gerekiyor.
İkinci olarak öğretmen nitelikleri: Öğretmenlik özlük haklarında iyileştirme yaparak onlara güvenerek çok sağlam bir zemin kurmalıyız. Öğretmene yüklediğimiz anlam kadar, öğretmenleri her fırsatta eleştirdiğimiz kadar onların bu tür problemlerini çözmeye kalkışsak belki sonuç alabiliriz. Zira büyük resmi kaçırmamak adına eğitimimize sistem mantığıyla yaklaşmak ve öğretmeni iyi hissettirmek zorundayız. Hepimiz biliyoruz ki eğitim politikasının temeli öğretmendir. Eğitim pek çok unsurun bir araya gelmesiyle oluşur fakat en önemlisi öğretmendir.
Üçüncü olarak ders saatlerinin kesinlikle artırılması gerekiyor. Bu beraberinde öğretmen ihtiyacını da getireceği için mali bir külfet de olacaktır. Bu konuda bir düzenleme yapılmalı.
Dördüncü olarak materyal/ders kitaplarının etkin bir şekilde kullanılması için öğretmenlerin de seçim komisyonlarına dâhil edilmesi gereklidir. Öğretmenlerimizin dünya standartlarında materyal/kitap hazırlayabileceğine ben inanıyorum.
Beşinci olarak da fiziksel imkânlar açısından son derece olumlu adımlar atılmış olsa da yabancı dil sınıflarının 15-20 kişiyi geçmeyecek şekilde U tipi sınıflar olarak planlanması gereklidir. Zira öğrenciler bu sınıflarda sürekli etkinlikler yoluyla yabancı dili kullanmaya çalışacaktır.
Altıncı nokta, ölçme ve değerlendirme hususunda en önemli nokta olarak tutarlı olmaktır. Nasıl bir öğretim yöntemi uyguladığınızla bu yöntemle öğrettiklerinizi nasıl ölçtüğünüz arasında uçurum varsa sıkıntı var demektir. Aslolan eğer öğrenciler iletişimsel dil öğrenim tekniklerini kullanıyorlarsa benzer şekilde de değerlendirilmesi beklenmelidir. LGS’de sorulan İngilizce sorularına yazma, dinleme soruları eklemek pek çok şeyi değiştirebilir.
Son olarak; velilerin bu konuda bilinçlenmesi önem arz etmektedir. Eğitimin ekolojik anlamındaki boyutlarını dikkate almadan başarı sağlamamız pek mümkün gözükmüyor. Dolayısıyla okulda yaratılan ekosistem kadar evde oluşturulan ortam da öğrenmeyi etkileyecektir.
Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğinde Hasan Ali Yücel, Mustafa Necati, İsmail Hakkı Tonguç, İsmail Hakkı Baltacıoğlu gibi hem dünyayı bilen hem de yerel anlamdaki ihtiyaçların farkında olan değerli insanlarla çok önemli aşamalar kaydetmiş bir ülke olarak, bu konuların hepsinin çözüme kavuşturulması pekâlâ mümkün. Maarif Kolejlerinde düşünen, sorgulayan, hayata farklı bakış açılarıyla yaklaşan, topluma nasıl katkıda bulunurum diye kafa yoran öğrencileri seçkin öğretmenlerle yetiştiren de bu ülkeydi, Anadolu Liseleri’ndeki hazırlık sınıflarıyla son derece nitelikli dil eğitimleri sunan da. Yabancı dil eğitimini tekrar başarılı hale getirmek, diğer birçok etkenle birlikte, geçmişe bakıp o uygulamalardan ders çıkarıp çağın ihtiyaçlarına göre bize ait sistemler oluşturmak. Bunu başarabiliriz. Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin…