Kongre baskını ve sosyal medya tiranlığı
Bir haftadır ABD kongre binasına yapılan baskın hakkında Türkiye’de ve ABD’de yapılan yorumları hayretle izliyorum. “Trump darbeye kalkıştı” cümlesi hemen...
Bir haftadır ABD kongre binasına yapılan baskın hakkında Türkiye’de ve ABD’de yapılan yorumları hayretle izliyorum. “Trump darbeye kalkıştı” cümlesi hemen hemen her medya kuruluşunun manşetindeydi. Ben ise bu fikre inanmakta zorluk yaşıyorum. Trump darbeye kalkışırken elinde tam olarak ne kozu vardı?
Capitol Tepesi’nde ne amaçlandı?
Birleşik Devletlerin kalbi olarak tanımlanabilecek bir yer Capitol Tepesi. Beyaz Saray’dan Kongre binasına uzanan L şeklinde bir yoldur ve bu bina hem temsilciler meclisini hem senatoyu büyük kubbesinin altında barındırır, yani yasamanın bütün önemli aygıtlarını. Biraz düşününce ülkenin en iyi korunan yeri olması gerekiyor değil mi? Özellikle içeride bütün senatör ve meclis üyelerinin aktif bulunduğu bir oturum devam ediyorken!
Ancak kısmet o ki ABD siyasetinin en kritik günlerinde, başka eyaletlerden binlerce insan üstlerinde “6 Ocak iç savaş” t-shirtleri ile uçaklara binmiş geliyorken, hatta bazıları “kıyamet koparacağız” diye röportajlar vermişken ABD devletinin kapıyı açık unutası gelmiş! Tekrar hatırlatıyorum bahsi geçen devlet Zambiya değil, yıllarca kendi vatandaşı da dahil insanların ne yaptıklarını gözetlemiş, bu konuda eşi benzeri olmayan bir süper güç! Tabii ki böyle bir günde kapıya iki adet zabıta memuru koymayı yeterli bulmuşlar.
Bu deli saçması vaziyeti de her zamanki gibi “ırkçılık” ile açıkladılar. Protestocular siyah olsaymış sert müdahale yapılırmış. Ülkenin en önemli insanlarının toplandığı binayı “iç savaş çıkarmaya geliyoruz” diyenlerin karşısında korumamayı ten renklerine bakarak kararlaştırmışlar.
Peki diğer taraftaki “darbeci” Trump nasıl bir mühimmat ile darbeye hazırlanıyordu? Arkasındaki onlarca tabur asker, devletin içinde “Trumpçı” olarak yanında duran bürokratlar ve Pentagondaki adamlarıyla planları harekete geçirmek üzere miydi? Hayır, elinde yaklaşık dört bin kadar silahsız taraftar vardı. Darbe için gayet yeterli değil mi?
Bakın, siyaseten son derece yalnız kalmış bir karakterden bahsediyoruz. Bu adamın Pentagon karşısında, ordu karşısında, sermaye odakları karşısında, kendi partisi karşısında, kendi atadığı yüksek mahkeme yargıçları ona karşı oy kullanmış, kendi başkan yardımcısı onu terk etmiş, başvurduğu seçim kurullarının hepsinden ret almış durumda. Tam ne ile darbe yapacak? İşin komiği başarılı oldular diyelim. Kongre binasını ele geçirdiler. Sonra ne olacak? Trump imparatorluğunu mu ilan edecek? Yanında hiçbir güç odağı yokken kimi ikna edecek? Diğer eyaletler bir anda Trump’ı lider olarak kabul mü edecek? Ya müttefik devletler?
Trump’ın olaylar başladıktan bir saat sonra geri adım atmasını da “işler istediği gibi gitmeyince kaçmaya başladı” diye yorumluyorlar. İstediği gibi tam neydi? Dört bin silahsız adamla ülkenin en önemli binasını basarak krallığını kurmak mı? Ben bunlara hiç ikna olmadım kusura bakmayın.
Trump ya hiçbir gücü olmadan darbeye kalkışacak kadar aklını yitirmişti ya da istediği çok farklı bir durumdu.
Trump’ın niyeti arkasındaki kitlenin varlığını göstermek ve önümüzdeki dört yılda bir yere gitmeyeceklerini ispatlamaktı. Ancak en büyük hatası mitingini kongre binasına çok yakın yapması oldu. Onun aklında “polisle ufak arbede yaşanır biraz da mağdura oynarız” fikri vardı. Kapıya en azından iki şerit halinde çevik kuvvet çekilse istediğini de elde edecekti. ABD devletinin ise başka planları vardı.
Trump’ın mitingine katılmış marjinal kitle muhtemelen bir iki provokatörün gazlaması ile kongreye hücum ettiler, tuhaf bir şekilde kapıyı da açık buldular. Taşıdıkları radikal semboller ile kongre binasının koridorlarında gezdiler. Çoğu medya kuruluşu idam ipi olan fotoğrafı vurucu buldu ancak bu yukarıdaki bana göre en ağırıydı. Size bu görüntünün gücünü şöyle anlatayım. İngiltere Buckingham Sarayı üzerine IRA bayrağı çekildiğini düşünün, ya da Madrid’de ETA bayraklarının dalgalandığını. Bu fotoğrafın gücü öyle işte. ABD’ye köle sahibi olabilmek için isyan etmiş, en kanlı savaşlarından birine sebep olmuş ve “vatan haini” olarak görülen bir grubun bayrağı devletin kalbi olan binada dalgalandı.
İşte bütün bu olaylar bu kare için yaşandı. Trump ırkçıydı, küresel ısınmadan aşılara saçma sapan fikirleriyle arkasında radikal bir kitle taşıyordu ancak bunlar ondan kurtulmak için yeterli sebep değildi. Neticede ne ilk ırkçı ABD başkanıydı ne de sonuncusu olacaktı. Trump’ın göze batmasının sebebi ABD’nin dış politikası ve sermaye odakları için artık sürdürülemez bir karaktere dönüşmesiydi. Ancak başkanlığı sonrası yargılanmasına sebep olacak kadar bir suçu da yoktu. 2 milyon Iraklının katili George W. Bush talk showlarda gezip resim yapıyorken Jimmy Carter’dan beri kimseye savaş açmamış ilk başkanı yargılamak abes kaçardı. Zaten Rusya ile bağları için başlatılan azil süreci Trump’ın çok yoğun destek elde etmesiyle sonuçlanmıştı. Ancak bu yukarıdaki kare var ya, işte bu işleri tamamı ile değiştirdi. Artık Trump’ı hem yasal olarak yargılayabilecekler hem de kamuoyunu nispeten ikna etmiş olacaklar. Önümüzdeki günler sadece Trump değil onu destekleyen muhafazakarların da operasyonlarla yüzleşeceği bir dönem olacak gibi gözüküyor.
“Big tech’in” tiranlığı
Google, Amazon, Facebook ve Apple’a “teknolojinin dört atlısı” ya da “big tech” deniyor. Hemen her yazımda söylüyorum, yine söyleyeceğim. Sosyal medya şirketlerinin siyasette aktif rol alması midemi bulandırıyor. En korkuncu ise bu şirket kültürünün kafasına göre yaptığı sansürlerin “sol” kesim tarafından savunuluyor olması. “Trump’ın yalanlarına izin mi versinler” yakınmasını çok duyuyorum. Sanki tek yalan söyleyen, şiddet çağrısı yapan oymuş gibi. Buradaki asıl tehlike seçilmemiş ya da atanmamış kişilerin toplumu manipüle edebilecek güce sahip olması ve vergimizi alan devletin müdahale edemiyor oluşu. Bugün Trump’a yapılırken kutluyoruz, yarın küresel sermayeyi tehdit eden ancak sol politikaları benimsemiş liderler hedef alındığında ne yapacağız? Ki bunun emarelerini neo-liberal olmayan sol siyasetçilerde yaratılan baskı ile de görüyoruz.
Düşünce özgürlüğüne aç bir toplum olarak en çok bizim buna karşı çıkmamız lazım. Batı dünyası ve sol düşünce özgürlüğünü terk ederse hepimizi karanlık bir gelecek bekliyor demektir.
Başka bir “Capitol Tepesi’nde” popülistin makus talihi
Son olarak Temmuz ayında Roma’nın cumhuriyetten imparatorluğa dönüşümü ve ABD’nin mevcut durumu arasındaki benzerlikleri ele alan bir yazı yazdım. Aşağıya da linkini bırakacağım. Kısaca özetlemek gerekirse Roma’daki popülist akımın savunucularının elitler tarafından yok edilmeye çalışıldığı ve bunun ilk mücadelesi de Roma’nın kurulduğu nokta olan “Capitol Hill” üzerinde yaşandığı üzerineydi. Bu olaylar popülistler ve elitler arasındaki bir sürtüşmenin başlangıcı olmuş ve cumhuriyetin yıkılıp imparatorluğun kurulmasına sebebiyet vermişti. Elitler Capitol Tepesine popülist Gracchi kardeşleri sıkıştırmış ve anlık zafer ilan etmişlerdi. Ancak meşale hep başkalarına geçti. Elitler tarafından dışlanmış halk kabuklarına çekildiler, ta ki başka bir popülist daha da güçlenerek gelene kadar.
ABD için de aynı şey geçerli. Trump Roma’daki popülistler gibi dahi ya da halkını düşünen bir adam değil. Ancak aynı kitleye meydan okudu. Onun destekçileri ise bu sansürlerle yok olmayacak ama kabuklarına çekilecekler, daha radikal bir biçimde geri dönmek üzere. Düşünce özgürlüğü gibi kavramların önemini hatırladığımız güzel günler görmek dileğiyle, iyi hafta sonları efendim.
“Sezar’dan Trump’a, Popülistin Elitle Kavgası” yazıma bu linkten ulaşabilirsiniz:
https://www.gercekgundem.com/yazarlar/sinan-hacir/2396/sezardan-trumpa-populistin-elitle-kavgasi