Küba'da neler oluyor?
Küba’da son günlerde dünya gündemine de oturan protestolar başladı. Fakat her zaman olduğu gibi protestoların başlangıcı, şu anki durumu medya kuruluşlarının...
Küba’da son günlerde dünya gündemine de oturan protestolar başladı. Fakat her zaman olduğu gibi protestoların başlangıcı, şu anki durumu medya kuruluşlarının manipülasyonlarına kurban gitti. İşin bir tarafı protestocuları hain ilan ederken diğer tarafı ise “özgürlük mücadelesinin” sonuna kadar arkasındaydı. Gerçeği bulmak ise pek kolay değil. Ancak doğru yolda bir iki adım atılabilir. Ben de size bu yönde bulduklarımı anlatmak istiyorum.
Protestoların başlangıcı ve sebepleri
Açıkçası Küba ekonomisi pek iyi durumda değil. Pandemi etkisiyle bitme noktasındaki turizm geliri, Küba’nın başından eksilmeyen bela ABD ambargosu ve protestocuların da vurguladığı yönetimin ısrarla ekonomik reformlar yapmaması ülke ekonomisini uçuruma sürükledi. Ambargolar sonucu ürettikleri Covid-19 aşısına şırınga bulamayan Küba, artık yiyecek temininde bile sıkıntı yaşamaya başlamıştı.
Küba’nın San Antonia de Los Banos şehrinde yaşanan elektrik kesintileri ise protestolar için kıvılcım oldu ve başkent Havana da dahil olmak üzere çeşitli şehirlerde protestolar başladı. ABD medyasının neredeyse tamamı protestolardan son derece memnundu. Ancak heyecanlarını gizlemekte sorun yaşıyor, hükümete destek amacıyla sokaklara çıkan kalabalıkları “muhalifler” olarak lanse ediyordu. Fox News, New York Times, Financial Times, The Guardian gibi farklı ülke ve görüşlerden batı medya kuruluşları aynı fotoğrafı protestocular olarak vermekte sakınca görmemişti.
Protestoların sembolü
Küba’da olayların başlangıcı kendiliğinden olsa da büyümesi ve dünyanın haberdar olması pek öyle gözükmüyordu. Protestoların sembol bir şarkısı oldu; “Patria y vida” yani vatan ve hayat. Başında Youtel isimli bir rapçinin olduğu bu şarkı bir anda protestoların sembolü haline geldi.
Şarkının sözleri eski jenerasyon komünist rejimle genç nesil arasındaki kopukluğa vurgu yapıyordu. Bazı sözlerde “ya vatan ya ölüm değil, vatan ve yaşam olsun sloganımız” gibi bir cümle geçiyordu. Bu şarkı Kübalı protestocuların amaçlarını dünyaya duyurmada ciddi rol sahibi oldu. Ancak bu şarkı ve protestoların bir anda dünya gündemine oturması biraz şüpheli geliyordu. Protestolar başlar başlamaz ilk tweetleri atan hesaplar Küba’dan değil İspanya ve ABD üzerinden paylaşım yapıyor, gün de 1000’den fazla tweet atıyorlardı. Twitter tarafından kısa sürede şüpheli bulunup hesaplar kapatılsa da olay dünya kamuoyunun ilgisini çekmişti bile.
Bazı gazeteciler Youtel isimli rapçinin ABD’li “National Endowment for Democracy” (NED) yani Ulusal Demokrasi Vakfı tarafından fonlandığını buldular. NED Soğuk Savaş döneminde ABD Başkanı Reagan tarafından kurulmuş ve pek de gizli olmayan bir CIA alt kuruluşuydu. Küba’da sosyal değişimler için hip-hop sanatçılarını destekleme adında “projeleri” vardı. Youtel de bu şekilde fonlanan bir çok müzisyenden sadece birisiydi.
The Guardian’ın 2014 tarihli haberinde Küba rap dünyasının ABD hükümeti tarafından işgal edildiği anlatılıyordu. ABD hükümetinin maksadı Raul Castro dönemindeki bilgi engellemelerini aşmak ve Küba’daki genç nüfusu ideolojik olarak devşirmekti. O dönem için çalışmaların başarısız olduğu söylendi. Ancak anlaşılan o ki ABD hükümeti denemeyi bırakmamış. ABD’nin Güney Amerika’daki nüfuzu git gide yerini Çin’e bırakırken Castro’ların gitmesi ve ekonomik zayıflıkla baş eden Küba’nın ABD tarafından zayıf halka görülmesi muhtemeldi.
Yeni dönemin ajansız darbeleri
Washington Post’ta 1991 yılında bu başlığa sahip bir yazı paylaşıldı. NED’in kurucularından birisi Allen Weinstein “25 yıl önce CIA’in yaptığını artık biz yapıyoruz” ifadelerini kullanıyordu. Onlara göre medya kuruluşlarını kendi haline bırakıp manipüle etmek üzerlerinde baskı kurmaktan çok daha faydalı bir yöntemdi.
Bu yazıdan yıllar sonra NED’in çoğu darbenin arkasında olduğu iddia edildi. Libya’dan Mısır’a birçok toplumsal olayda çeşitli kişi ve kurumlara açıktan hibeler yapmıştı. NED’in kurucusu Weinstein bu operasyonlara “propaganda ve darbe teşebbüsü” diyerek gizliden yapmaya çalışmanın, adına “özgürlük mücadelesi” diyerek açıktan yapmaktan çok daha sorunlu olduğunu söylüyor. Ona göre açık olmak, operasyonun kendine sağladığı bir güvenceydi.
Sadece son dönemde değil Çekoslovakya’dan Macaristan’a, Sovyetler Birliğinden Bulgaristan’a “Demir Perde’nin” ötesindeki çoğu ülkedeki ikna edilebilir buldukları kişilere ve kurumlara yatırımlar yapmışlardı. Örgütün Türkiye’de de halihazırda aktif olduğunu ve zamanında Taraf gibi gazetelere yatırım yaptıklarını da belirteyim.
Solun Küba’ya bakışı ve çıkarımlar
ABD’nin çeşitli siyasi kutupları Küba konusunda bir araya gelebilmişlerdi. Sadece Cumhuriyetçiler ve Biden hükümeti değil aynı zamanda ABD’ye göre “aşırı sol” olarak tasvir edilen Demokratların ilerici kanadı da Kübalı protestocuları destekliyordu.
İşte ABD istihbaratının en büyük başarısı belki de buydu. Zamanında yapmaya yeltendikleri dış müdahalelerin karşısında hep solu buluyorlardı. Bugün ise özgürlük ve azınlık hakları adı altında solu emperyalist müdahalelere ikna etmeyi başardılar.
Ancak işin bir de öbür tarafı var. Yani emperyalizme karşı duran ( ya da öyle iddia eden ) devletlerin halklarına karşı tutumu. Şu anda Küba’da yönetimsel bir krizin olduğu aşikar. ABD hükümeti 1959 Küba Devriminden bu yana defalarca müdahalelerde bulundu. Ancak hepsi başarısız olmuştu. Eğer siz zayıflar, insanınızı iyi yaşatamazsanız, yoksulluk çeken vatandaşı ve kimliği üzerinden dışlanan insanları alternatifler aramaya itersiniz.
Modern çağın istihbarat savaşları özgürlük mücadelesi ve kimlik siyaseti üzerinden yürüyor. Ve bunun temelleri sosyal medya bile doğmadan çok önce atılmış. Eğer devletler kendi çıkarlarını korumak adına bu istihbarat taktiklerini defetmek istiyorsa kendi yumuşak karınlarını kapatmak zorundadır. Benim görüşüm; ne emperyalist müdahalelerin aparatı olmalı, ne de yoksulluk çeken halkların karşısında durmalı. Haftaya başka bir yazıda görüşmek dileğiyle, iyi hafta sonları efendim.