Bir dokunuş yeter

Farklı bir nedenden dolayı bir kaç günden beri memleketim Maraş’tayım… Sanayide oldukça önemli adımlar atılmasına rağmen, Maraş’ın kalbi yine de tarımsal...

Farklı bir nedenden dolayı bir kaç günden beri memleketim Maraş’tayım…

Sanayide oldukça önemli adımlar atılmasına rağmen, Maraş’ın kalbi yine de tarımsal faaliyetlerle atıyor. Yine her yer kıpır kıpır, yine tarlalar heyecan dolu.

Her zamanki gibi izledim, bu faaliyetin aktörleri çiftçilerle konuştum ve notlarımı aldım…

Pamuktan buğdaya, mısırdan şeker pancarına kadar çok geniş yelpazede endüstriyel tarımın yapıldığı Maraş’ta, zeytincilik ve özellikle de bağcılık faaliyetleri kayda değer bir istatistik oluşturuyor.

Sorunlar yumağı haline gelmiş bir sektör olan tarıma bakış açısı burada hiçbir zaman değişmedi. Şartlar ne kadar zorlu da olsa yine çiftçi o bilinen aşkla tarlasını eker ve hasadını almayı amaçlar. Öyle bir aşk ki, genel olarak her Ekim ayında başlar, diğer Ekim ayının başına kadar devam eder ve bu döngü dinamiğini hiç kaybetmez.

Her anı doludur zamanın… Köylerin yakın ilçelerle oluşan bağı her gün o ilçenin belirli mekanlarında bilgi akışını yaratır ve onu sürekli kılar. Çiftçiler tarlada işleri dışında tarım teknolojisi, traktör, gübre, mazot ve benzeri konuları konuşarak gelişmeleri birbirine aktarır o mekanlarda.

Son günlerde tarlalardaki buğdayların görünümü ile daha yeni tarlaya düşen pamuk tohumları yani çiğitin umut dolu yeşermesi, yüzlerde kısa da olsa bir mutluluk belirtisi ortaya çıkarıyor. Kısa bir mutluluk bu öte yandan, zira onun inanılmaz seviyedeki maliyeti neşenin yerini biraz da olsa sorgulamaya bıraktırıyor.

HERKESİN ARKASINI DÖNDÜĞÜ GERÇEKLER

Öyle bir sorgulamaya başlıyor ki çiftçi, tam da kulak verilmesi gereken cinsten…

Bilirsiniz, öğrenmenin çok değişik metodları ve izlenmesi gereken yolları vardır. Bunlardan ikisi ekonomik teoride “içsel büyüme” alanında önemli yer alan yaparak öğrenme ve tecrübe ederek öğrenmedir. Dahası, öğrenilen her şeyi de bir sonraki kuşağa aktarmadır esas olan.

Bunların hepsini bir çırpıda duyarsınız onlardan..

Nerde mi?

İşte o ilçedeki çiftçilerin toplandığı kahvehane, meydan veya lokantalarda…

Adeta Paul Krugman’ın 2008’de aldığı Nobel Ekonomi Ödülü’nün esas yaklaşımı misali. Hemen herkes bilgilerini birbirine anlatır ve yeni bir bilgi çığ gibi büyür ve o yılın üretim sürecinde yerini alır.

Bu yıl bu konulardan çoğu ele alınsa da, şu girdi maliyetleri gerçekten, hani derler ya, çiftçinin belini kırdı resmen.

Mazotun fiyatının iki katına mı çıkması mı, gübre fiyatlarının bir kaç kat pahalı satın alınması mı, geçen yıl satılan ürününü dünya fiyatlarının çok altında monopson (tek alıcı) kuvveti ile düşük fiyata kapatılması mı yoksa önümüzdeki hasat döneminde inanılmaz bir maliyeti çoktan yüklenmiş çiftçinin fiyat beklentisinin düşündürdükleri mi… bir sürü olumsuzluklar mevcut bu konuşmalar arasında.

Çok şey konuştuk ama bunlar bildiğiniz şikayet ve ne olacak bu çiftçinin hali türünden değil. Yerine göre üretim ekonomisi, yerine göre Türkiye’yi iç kaynaklarla beslemenin mümkün olduğu ve yerine göre de tarla aşkının devlet tarafından iyi ve doğru bir şekilde sentezlenmesi gerektiğini vurgulayan felsefi bir yaklaşım… hepsi ama hepsi o kahvehane ya da mekanlarda konuşuldu, konuşuluyor.

BASİT BİR ÇİFTÇİLİK DEĞİL KONUŞULAN, KONU TÜRKİYE’NİN GIDA GÜVENLİĞİ

Kendi kendine yeten bir Türkiye’den bu günlere neden gelindiğinin detaylı analiz edildiği bir ortam var orada. Her biri küçük dokunuşlarla, her üründe yine ihracatçı konumuna erişebilme olanağını vurguluyor. O küçük dokunuşu da tarif ediyorlar ayrıca…devletin maliyete ortak olması. Sadece bir kaç yıllığına diye dillendiriyorlar.

Haksızlar mı?

Kesinlikle hayır.

Onların geninde var ülkeyi beslemek ve refahı yukarılara taşımak.

E o zaman devlete tek görev düşüyor burada…

Devlet dinlesin onları, dertlerine yani maliyete ortak olsun!