Ülke (ekonomisi) iflas eder mi, eder…
Ekonomik araştırmaların hemen hepsi sağlıklı verileri kullanan modellere dayalı yapılır. Araştırmaların temeli değerler arasında nedenselliği ortaya çıkararak ekonomik politikalara da yön verir.
Faizlerin enflasyonla olan dansına büyümeyi de alıp işsizlik ve istihdamla yakınlaştırmanın temel çatısı kurulur bu araştırmalarda…
Sadece bu da değil…
Fakirleşmenin göstergesi olan reel ücretlerin yükseltilmesiyle yoluyla ekonomik krizden çıkışın bir ilacı olup olmadığı vurgulanır bu çalışmalarda.
Fakat ekonomik kriz, işsizlik, döviz kuru ve enflasyonu yoğun olarak tartıştığımız son günlerde gözlerimizden kaçırdığımız bir tehlike bizi bekliyor.
Nedir peki tehlike?
Uzatmayalım… Ülkenin iflası ve onun yükselen olasılığı ayrıntılı bir şekilde konuşuluyor ve araştırmalarda da ortaya çıkıyor.
Ülkemizde maalesef bunları da konuşmanın zamanı.
Nedeni çok açık…
Ülkelerin iflas olasılıkları ile yakından ilişkili olan ve CDS (ülke temerrüt risk primi) olarak da adlandırılan göstergesi 800 puanların çok üstüne çıktı. Çıktı ve oynaklığı yani ortalama etrafındaki hareketi de inanılmaz olarak hareketlenmeye başladı.
Bu haliyle, CDS’in hem yüksekliği hem de oynaklığının ülkenin yani ekonominin iflası ve onun olasılığını son zamanlarda artırdığını vurgulamamız gerekir.
Ne yani batıyor muyuz?
Ne derseniz deyin…
Ülke ekonomisinin iflas olasılığı yüzde 40’ları aşmak üzere. Öyle bir olasılık ki ya batarız ya da yüzmeye çalışırız cümlesini haklı çıkaran cinsten.
Bu zamana kadar diğer ülkelere deyim yerindeyse yalvararak istediğimiz swap yani ödünç paralar da kurtarmayacaktır ekonomiyi bu defa. Son birkaç yılda ortalama üç döviz şokunu milli ve yerli nedenlerle tecrübe eden bu ülkede diğer bir döviz şokunun ayak sesleri gelmeye başlamıştır. Öte yandan karar vericilerin hala gülücüklerle gidişatı örtmeye gayret etmeleri de en acınacak görüntü olarak karşımızda durmaktadır.
Yani ülke iflas riski gündemdeyken Ankara’nın keyfi hala bozulmamış ve saçlarını taramakla meşguller.
Devam etsinler diyeceğim ama risk öyle böyle değil…
CDS priminin yüksekliğinden dolayı yeniden yapılandırmaya çalıştığımız dış borçlara ödeyeceğimiz faiz oranını ABD doları bazında yüzde 11’lere çıkması bu iflas olasılığını gözler önüne sermektedir. Ödeme gücüne sahip olan ülkeler için bile yüzde birkaç puanı geçmeyen bu faiz oranının yüzde 11’lerde gerçekleşmesi durmadan kredi kartına yüklenen dükkân sahibinin iflasa giden yoluna benzemektedir.
Bu yapıdaki ekonomik iflası daha önce 1995 yılında Meksika tecrübe etti… Güney Kore ise 1997 yılında ekonomi tarihinin en büyük durgunluk ve çöküntüsünü yaşadı. Bu kapsamda yine gündeme gelen ve özellikle IMF ve Dünya Bankası’nın son dönemde vurguladıkları dış borç kriz senaryoları ve bunun yaratacağı yıkıma kulak vermek gerekiyor.
Gerçi onların söylemesine de gerek yok… Türkiye ekonomisi bu çöküntü yolunda emin adımlarla ilerliyor ve bunu ne kadar komiklik yapsalar da karar vericiler çok iyi biliyorlar.
Uyarmış olalım!