“Lira değer kazanırsa sanayi yavaşlar” diyor karar vericiler

Kuru sabit tutmak için bir gruba transfer edilen milyarlarca lira ve eritilen rezervlerden sonra kalkıp döviz kuru düşük olursa … diye başlayan cümleler, battık demenin diğer anlamını oluşturuyor.

Ekonomi basit bir bilim dalı değildir.

Aynı anda hem de dinamik bir şekilde piyasa dengelerini inceler ve ekonomik değişkenleri (faktörleri), ulaşmak istediğiniz denge kapsamında uygulayacağınız politikalarla değiştirmeye çalışırsınız.

Kural işgücü piyasasında örneğin reel ücretlerle istihdam, para piyasasında fiyatlar genel seviyesiyle dolaşımdaki para miktarı ve örneğin dış ticaret piyasasında ise döviz kuru ve dış ticaret hacminin boyutu ile incelenir ve detaylı bir analize tabi tutulur.

Basit sözcüklerle geçiştirilecek bir durum yok ortada…

“TL’nin değer kazanması halinde sanayi yavaşlar ve işsizlik artar, ithalatınız artar, Türkiye’de üretim yapmanıza ihtiyaç kalmaz, çünkü paranız çok değerli, getirir satarsınız” yaklaşımıyla da alay edilecek bir halde de değildir ekonominin temeli.

Bizi ve ekonomimizi yönetenlerin cümleleri yukarıdakiler.

Okuyunca inanamadım…

Söylenmemesi, söylense bile bu savların hangi araştırmalara dayandığının açıklanması gerekirken, karar vericilerin ekonominin gerçeklerini bilmeden konuşmalarına tanık oluyoruz sıklıkla.

Neymiş, lira değerli olmamalıymış…

Neymiş, öyle olursa sanayi dururmuş?

Neymiş, işsizlik artarmış.

Hangi yönüyle bakarsanız bakın, uyumsuzluklarla dolu bir yaklaşım bu.

PEKİ, TL DEĞERLİ Mİ?

Başta liranın değerli olup olmadığına bakalım… Esasında liranın şu an ne kadar değerli olup olmadığını soralım. Daha geçtiğimiz yıl doların 7-8 lira civarında olduğu, bunun iki aşamalı bir şekilde önce 18 liraya çıkartılıp daha sonra tekrar 11 liraya düşürüldüğünü, kademeli ve planlı bir şekilde yine 18-19 lira bandına oturtulduğunu gördük. Yani 2021’e göre doların lira karşısındaki değerinin yüzde 100’den fazla arttığı gerçeği ortadayken, bunu başaranların “lira değerli olmasın” düşüncesi şaşırtıcı doğal olarak…

Hal böyleyken soralım: Döviz kurunun yükselmesi (liranın değer kaybetmesi) ihracatı artırdı mı?

İlk bakışta öyle gözüküyor ama bu artışın Covid-10 sonrası Türkiye’ye kayan ithalat talebinden kaynaklandığını göremedik sanırım.

Bunu göremedik peki, bu durumda ithalatla beraber cari açığın da patladığına ne demeli?

Tüm bunları bıraktık… Madem ithalat ucuzdu ve üretmeden ithal ettik, e o zaman büyüme verilerinde bir hata yok mu?

Hani hızlı büyüyorduk… Hem de şahlanarak.

İthalatımız tavan yaptı resmi verilere göre işsizlik oranı da düştü.

Yine soralım yine… İthalat ihracatımızın 100 milyar dolar üzerindeyken yine resmi verilerinize göre işsizlik nasıl azalıyor?

Ya enflasyon?

İthalat içeride üretmekten ucuzsa neden hiper-enflasyonu tecrübe ediyor onu da ithal ediyoruz?

Neden fakirleşiyor insanımız?

Neden yavaşlıyor sanayimiz?

YOKSA SORUN BAŞKA YERDE Mİ?

Soruları çoğaltmak mümkün çünkü yukarıda sarfedilen cümlelerin ekonominin temelleri ile bir alakası yok. Bir tüccar düşüncesiyle yan yana getirilmiş bir cümle grubu bu. Sorun esasında temel yaklaşımlar ile yapısal bozukluktan kaynaklanıyor.

Bizi yönetenlerin ekonomik yaklaşımlardaki nedenselliği anlamadıkları açık.

Türkiye Ekonomi Model (TEM) olarak isimlendirilen ve bize gerçekten de model diye sunulan denemelerin bir sonucudur bu yaklaşım.

Özü itibariyle ne olduğu belirsiz, döviz kurunu belirli bir seviyede tutmak amaçlı diğer dengeleri alt üst eden bir içeriğe sahip bir düşünce tarzı var karşımızda.

Kuru sabit tutmak için bir gruba transfer edilen milyarlarca lira ve eritilen rezervlerden sonra kalkıp döviz kuru düşük olursa … diye başlayan cümleler, battık demenin diğer anlamını oluşturuyor.

Ülkenin temiz bilime, bilim insanlarına ve bilgili yöneticilere ihtiyacı olduğu çok açık.

Etiketler
Veysel Ulusoy Döviz